Bazen yazmanın bile yararı olmaz
ve bir başına bulursun kendini
seni öldüren şeyle
ve duvarların anlamsızlığı
deler için
ve mavi şişe
durmaktadır köşede
- son dostun, son sevgilin,
öteki klavyen ...
"Bazen şarabın konuştuğunu duyar gibi oluyorum; yalnızca ruhların duyup anlayabileceği bir sesle özünden şöyle diyor: “Ey insan, sevdiğim, camdan hapishaneme ve mantar sürgülerime rağmen sana kardeşlikle dolu bir şarkı, neşe, ışık ve umut dolu bir şarkı söylemek istiyorum. Nankör değilim ben; hayatımı sana borçlu olduğumu biliyorum. Sarf ettiğin onca emeği ve sırtındaki güneşin sıcaklığına ne zamandan beri dayandığını biliyorum. Madem hayatımı sen verdin bana, ben de seni ödüllendireceğim. Borcumu sonuna kadar ödeyeceğim; çünkü ben ağır işten sonra kurumuş bir boğazın dibine inince müthiş bir neşe duyarım. Namuslu bir adamın göğsünü, o hüzünlü ve vurdumduymaz mahzenlere tercih ederim. Orası, yazgımı can atarak yaşadığım sevinçli bir mezardır. İşçinin midesinde büyük bir kargaşa çıkarırım ve oradan, görünmez merdivenlerle beynine çıkıp olağanüstü dansımı yaparım."
Rüzgâr, dalgalar, yıldız, kuş, duvar saati, hepsi de size şöyle cevap verecektir: "Sarhoş olma zamanı; Zamanın büyülenmiş köleleri olmamak için hiç durmadan sarhoş olun! Şarap, şiir ya da erdemle; seçim sizin."