“Hangi rengi kullanırdın?”
Kaşlarımı kaldırdım. “Ne?”
“İçeri girdiğimde, camdan dışarı bakıyordun.” Çiziyordun, kelimesini kullanmamıştı. “Yüzünde çiziyormuşsun gibi bir ifade vardı.” O tanıdık yanına geri geldi ve gözlerim bulandı. Havayı, dış dünyayı ve onun resmini nasıl yapacağımı son defa konuşmamızın üzerinden sonsuz zaman geçmiş gibiydi. Özlemiştim. Çok özlemiştim. “Lavanta grisi.”
Bir şeyler mırıldanmaya başladı. Kısık sesle. Hep aynı kelimeyi söylüyordu: Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen. Sonunda durdu ve yüzüme baktı. "Lütfen, Mia," diye yalvardı. "Bana şarkı yazdırma."
"Ama her şey çok çabuk değişiyordu. Artık bunu anlamıştı. Bir at bir gecede yaşlanıp sakatlanabilirdi. Bir arkadaş da aynı hızda bir yabancıya dönüşebilirdi."
"Çünkü sarhoş olduğunda ve dans ettiğinde, başka hiçbir şeyin önemi kalmıyor. Dönüyorsun, dönüyorsun, dönüyorsun ve ortam daha da hafifliyor, üzüntü daha da sessizleşiyor ve hissetmenin ne olduğunu bir süreliğine unutuyorsun."
"Durduğunda ne oluyor?"
"Aa, işte bu, dans etmekle ilgili ufak bir problem. Çünkü hareket etmeyi bırakırsan," dediğinde aniden durdu ve elindeki cam şişeyi bırakarak yere çarpıp kırılmasına neden oldu, "...her şey paramparça olur."
"Bir hata yaptığımı kabul ediyorum.Düzeltmeye çalışıyorum.Bunu neden göremiyorsun?”
“O kadar büyük bir hata yapmışsındır ki belkide çabaların onun gölgesinde kalıyordur”
"Şu haline bak, Ian. Sen kıyafetlerinle mi uyudun?"
"Evet," dedi sabırsızca. "Sen ne sanıyorsun, pijamalarımla evden kaçıp her akşam kırın ortasında üzerimi değiştirdiğimi mi?"