Bebekliğinden beri elinde büyüyen, her bakımdan merhamet dolu, eve her gelişinde onu kapıda karşılayan, neredeyse hiç konuşulmasa bile aklindan geçeni anlayabildiği O-Tama eksikti. Adam pencere başına oturup göletin manzarasını seyreti. Caddeden geçenleri izledi. Gölet yüzeyinde sıçrayan bir süs sazamı vardi. Az önce geçen Batali hanımin şapkasına bir kuş yapıştırılmıştı. Bunları her görüşünde içinden, "O-Tama, şuna bak," demek geliyordu, Ama dese bile duyan olmayacaktı. Eksiklik, iste tam olarak
buydu.
Çilesini içine attıkça kendini daha da yalnız, daha da güvensiz hissediyordu. O nedenle kedisi Lili'ye daha beter bağlanmıștı. Doğrusu kimseye anlatamadığı bu kimsesizligi anlayan tek kiși vardi: O anlayışlı, teselli eden bakışı Lili'nin elem dolu gözlerinde görmüștü sadece.
Eve her girdiğimde çantanı antrede
bir sandalyenin üstünde gördüğümde, senin evde olduğunu anlar, rahatlardım.
Artık, çantan hep orada ama sen yoksun.
García Márquez yazmıştı: "Sevdiğimiz insanlar bütün eşyalarıyla birlikte ölmeli."
Sen gitmeden önce mutlu muydum? Büyük bir acıdan sonra insanın daha once her șey hep çok iyiydi diye düşünme eğilimi vardr. Her șey hep çok iyi değildi, daha iyiydi sadece.
Ama gerek düşünce gerekse ilham boşluğa gerek duyar. Üstelik
Almancada *mutluluk" (Glück) kelimesi "boşluk"tan (Lücke) gelir. Bu kelime Ortaçağ Almancasında henüz gelücke şeklindeydi. Yani boșluğun olumsuzluğuna yer vermeyen bir toplum mutluluk içermeyen bir toplum olacaktır. Görme alanında boşluk
bırakmayan aşk pornografidir. Bilgide boşluk bırakmayan düşünme ise bozularak hesaplamaya dönüşür.
İnsan gibi hissetmeye oldukça yabancı olan Osamu Dazai lakaplı japon yazarın en bilinen hikayesi . Oldukça depresif olan bu yazar ikisi ayrı sevgilileriyle olmak üzere toplam 4 kere intihar eyleminde bulunmuş. Burjuva bir ailelen gelen Dazai bir geyşayla yaşadığı aşkla, alkol ve morfin bağımlılığıyla ailesini hayal kırıklığına uğratmış. Kitapta hem kendini,iç dünyasını çok açık bir biçimde ifşa ediyor hem de çok güzel bir biçimde saklıyor. Kendine ve topluma yabancılaşmasını ,sosyal anksiyetesini, bağ kurma korkusunu çok güzel anlatmış hikayesinde. Kendi olarak toplumda var olamayacağını düşünüyor ve gerçek kendim dediği kişiden çok utanıyor o yüzden toplumda soytarı rolünü oynuyor böylelikle toplumdan kabul görüyor ama açığa çıkmaktak çok korkuyor.
Yine de, durum buysa, buna nasıl tahammül ediyorlar? Her günü pes etmeden, umutsuzluğa kapılmadan, intihar etmeden, hatta siyaset tartışmaya devam ederek nasıl atlatıyorlar?