Schopenhauer'a göre mutluluk diye bir şey yok zaten. Ona göre düşünülmeden yapılan bir eylemin pişmanlığını duymak ve sonucunu reddetmek aptallıktır. İnsan, bu hayatta acının varlığını reddettiği sürece kendince o mutluluğa ulaşamaz. Her ulaşılan hedef de saf mutluluk değildir. Mutluluk da tıpkı acı gibi bireyseldir. İnsan sürekli mutlu olmayı aradığında hayal kırıklığına uğramasının sebebi budur. Ve dahası kendini bildiğinde ve tanıdığında neye ulaşıp neye asla sahip olamayacağını anladığında daha az düşecek daha az hayal kırıklığına uğrayacaktır. Kitapta da geçtiği gibi "Dinmez ve onulmaz bir susuzlukla bağlıyız yaşama". Güçlü kalmak doğuştan gelen bir özellik mi yoksa bağışıklık kazanmak için daha kaç ızdırap çekilmelidir. Acıların kaynağı insanın kendisidir. İnsan çektiği üzüntünün bahanesini dışarda aramamalıdır diyor kitap. Güçlü bir karakter sahibi kendini tanıyan insandır, başkasının kimliği ile yaşayamazsın kendini bulmak ve kendini tanımak zorundasın. İstediğin hayatı değil, yaşayabileceğin hayatı yaşamak zorundasın. Bu bana bir atasözünü hatırlattı tavuk kaz meselesi. Özetle her şeyin kaynağı "sensin". Görmek için yaşamak zorundasın. Acı da mutluluk da senin içinde. Seninle olacak ve seninle ölecekler. Onları kendince tanımlayıp yoluna devam edecek veya o dalgalanmalarda yolunu büsbütün kaybedeceksin. "Hayat geçirilir, hayat tamamlanır, atlatmaya bakmalı"... Mutlu olmak istiyor isen mutlu olmayı istemeyi bırak...