hayat sanki benden kaçıyor; nereye gitsem orada her şeyin öldüğünü, kime dokunsam cansızlaştığını hissediyorum, hayatı ve canlılığı bulacağım bir başka yere koşuyorum, benim ayrıldığım yerde sanki hayat yeniden başlıyor ve benim yeni gittiğim yerde her şey ölüyor; hayatın hep benim olmadığım yerlerde yaşandığını düşündüğümden bütün zamanım, bir yerden bir yere koşturarak, hayatı aramakla geçiyor, ama onu yakalayamıyorum; başkalarının yaşadığını ben yaşayamıyorum, bu yüzden birlikte olduğum her şeyden ve herkesten sıkılıp hep uzaklardakini özlüyorum, uzaktakiler hep uzak, yakındakiler hep ölü, benim olmadığım yerlerde insanların neler yaşadığı ise benim için bitmeyen bir merak.
...hayat da böyle bir şeydi benim için; hep bir yerlere gidecek gibi duran, yalnız ve bir yere gitmeyen bir ‘ÇİÇEK’.Bütün bir hayatın özeti buydu...Ben de bir yere bağlanmadım ve bir yere gitmedim; öyle solgun nilüfer gibi bir havuzun içinde yalnız başına durdum, köklerimi salamadım...Ne olduğum yere sağlamca yerleştim, ne, başka diyarlara kaçabildim.Bana bakanlar, beni seyredenler, beni sevenler oldu ama kimse yakasına takmadı beni, kimse odasına koymadı, kimse beni sulayıp büyütmek için uğraşmadı...Onlara ihtiyacım olmadığını, havuzumda tek başıma yüzebileceğimi düşündüler...Ben de bu yüzden; ‘kederi’,’yalnızlığı’,’kirlenmeyi’ öğrendim ve hayata benzedim...Ne garip başka bir şey de olmak istemedim, beni beğenmeleri yetti bana.."
"Hepimiz kendimizde çözemediğimiz sırların ipucunu bir başkasında arıyorduk, birbirimiz için bir ayna gibiydik ama o aynada da görüntüler çok bulanıktı."