Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Minel

Minel
@Elizabeth_h
Ne kadar isterdim, rüzgârın savurduğu bir kül olmayı.. tiktok.com/@jane_eyreee?_t...
Sabitlenmiş gönderi
"Bana göre özgürlük istediğin an istediğin şehre, istediğin ülkeye gitmek değil. Mesela bir kitaba özgürlüğünü feda ettiğinde başka kitapları eline alabilirsin ama eline aldığında sayfalarında yine o kitabı ararsın. Bir insana özgürlüğünü feda ettiğinde yine bir başka insanın gözlerine bakabilirsin, belki başka bir insanla öpüşebilir, hatta sevişebilirsin ama o ruhta aradığın yine uğruna bedel ödediğin ruh olur. Bir daha hiçbir kitapta, hiçbir ruhta özgür değilsindir..."
Reklam
Sabahleyin şu mektubu aldığından beri Boldwood yaşamındaki simetrinin yavaş yavaş, ideal bir aşk yönünde çarpıklaşmaya başladığını duyuyordu. Bu aksaklık Kristof Kolomb’un su yüzünde gördüğü ilk dal gibiydi: sonsuz büyüklükleri düşündüren küçücük şey!
ne var ki elinde, şimdiye dek bilmediği saygın bir rahatlık ve yazgısına karşı bir umursamazlık kalmıştı. Bu umursamazlık çoğu zaman insanı kötü; hain yapar, ama kötüleştirmediği zaman da yüceliğinin temeli olur çıkar. İşte böyle, Oak’un düşüşü gerçekte bir yükseliş, yitirdikleri de bir kazanç olmuştu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Firdevs'i bir daha hiç görmedim. Ama sesi kulaklarımda yankılanmaya, başımda, hücrede, cezaevinde, sokaklarda, bütün dünyada titreşmeye, her şeyi sallamaya, gittiği her yerde korkuyu, öldüren gerçeğin korkusunu, vahşi, basit ve ölüm gibi çirkin, gene de henüz yalan söylemeyi öğrenememiş bir çocuk gibi basit ve yumuşak bir gerçeğin gücünü yaymaya devam etti.
Sayfa 109Kitabı okudu
Erkekler kadınları aldatır, aldandıkları için de onları cezalandırır; aşağılar, bu kadar düştükleri için cezalandırır; evlenmeye zorlar, sonra da ömür boyu hizmetçiliğe, küfürlere ya da dayağa mahkûm ederlerdi.En az aldatılan kadının fahişe olduğunu kavramıştım artık. Evliliğin kadınların en zalim şekilde acı çekmesine dayalı bir sistem olduğunu anlamıştım.
Reklam
Umduğum şeye ulaşmaya çalışmıyordum. Çünkü ne kadar uğraşırsam uğraşayım, bir yola baş koymuş hayalperest gibi ne kadar özveride bulunursam bulunayım, zavallı önemsiz bir memur olarak kalacaktım. Bütün zavallıların erdemi gibi, benim de erdemim iyi bir nitelik ya da değer olarak görülmeyecek, bir tür aptallık ya da basitlik sanılarak aşağılanacak, yoksulluktan da fazla hor görülecekti. Son erdem kırıntısını da, kanımdaki son kutsallık damlasını da atma zamanı gelmişti.
İnsan sokağa düştüğü zaman hiçbir beklentisi kalmaz, hiçbir şey umut etmez. Oysa ben aşktan bir şeyler beklemiştim. Aşkı tanıyınca insan olduğumu hissetmeye başlamıştım. Fahişeyken karşılıksız hiçbir şey vermez, hep alırdım. Ama âşık olunca bedenimi, ruhumu, aklımı ve tüm çabamı düşünmeden verdim. Asla bir şey beklemedim, sahip olduğum her şeyi verdim, kendimi tümüyle bırakıp bütün silahlarımdan, tüm savunmalarımdan arınarak çırılçıplak kaldım. Oysa fahişeyken kendimi korur, her an savaşırdım; hiç korunmasız kalmazdım. Gerçek benliğimi korumak için erkeklere dış kabuğumu sunardım. Yüreğimle ruhumu korur; bedenimi edilgen, hareketsiz, hissiz rolünü oynamaya bırakırdım. Edilgen olarak direnmeyi, hiçbir şey vermeksizin kendimi tümüyle korumayı, kendi dünyama çekilerek yaşamayı öğrenmiştim. Diğer bir deyişle, erkeklere bedenime sahip olabileceklerini, ölü bir bedene sahip olabileceklerini, ama tepki göstermemi, heyecanlanmamı, haz ya da acı duymamı beklememelerini söylerdim. Hiçbir çaba, hiçbir enerji harcamaz, sevgi gösterisinde bulunmaz, düşünmezdim. Dolayısıyla hiç yorulmaz, tükenmezdim. Ama aşkta her şeyimi vermiştim; yeteneklerimi, çabamı, duygularımı, en derin duygularımı... Bir azize gibi, bedelini hiç hesaplamadan, elimde avucumda ne varsa hepsini vermiştim. Tek bir şey dışında hiçbir şey istememiştim, hiçbir şey: aşkın korumasına sığınmak. Kendimi yeniden bulmak, yitirdiğim benliğimi yeniden kazanmak. Küçük görülmeyen, aşağılanmayan, tersine saygın ve üstün tutulan, duyarak yaşayan bir insan olmak.
Nereye gitsem başımı, yüzümü, bedenimi, kemiklerimi döven çekiç darbeleri iniyordu. Nereye gitsem tükürük gibi, kulağıma yapışmış aşağılayıcı yapışkan bir tükürük gibi, çıplak bedenime takılan utanmaz gözlerin tükürüğü gibi, beni çırılçıplak soyup, ağır ağır küstahça süzen bütün o yüzsüz gözlerin tükürüğü gibi, horgörülerini saygınlık kılıfı ardına saklayıp, elbiselerimi çıkarırken başka yana bakan sözde saygılı gözlerin tükürüğü gibi soğuk, yapışkan yapışıp kalmışlardı üstümde.
Tuhaftı; uyuduğum, düş gördüğüm, uyuyup düş görürken içine daldığım, ıslanmadan yavaşça battığım, boğulmadan yavaşça dibine indiğim bir denizin sularındaymışım gibi, bu koyu yeşilde, kendi derinliği, kendi kıvamı olan bu koyu yeşilde boğulma isteği duyuyordum. Sanki bu suya uzanmış, kâh içine, derinlere gömülüyor, kâh yavaşça, kolumu ya da bacağımı oynatmadan yüzeye taşınıyordum.
Kadınların devlet başkanı olamayacağını biliyordum; fakat diğer kadınlardan, çevremde aşktan, erkeklerden söz eden diğer kızlardan farklı olduğumu hissediyordum. Çünkü ben aşktan, erkeklerden hiç söz etmedim. Kızların kafasını meşgul eden şeylerle ilgilenmedim; onlara önemli gelen şeyler bana incir çekirdeğini doldurmaz şeyler gibi gelirdi.
Reklam
Geceleyin, bir can yoldaşı isteyip umduğu yerde kendini yapayalnız bulmak kimini ürkütür. Ne var ki, insanın içgüdüleriyle, duyuları, belleği, kıyaslama, kestirme, sonuç çıkarma yetenekleriyle görüş gücü -mantıkçının listesinde bulunan her tür kanıt- birleşerek onu yapayalnız olduğuna inandırmışken, birden gizemli bir can yoldaşının varlığını keşfetmek, çok daha sinir yıpratıcı bir durumdur.
Sonra Oak’a, “Güzel kız, yahu,” dedi. Gabriel, “Yalnız kimi kusurları var,” diye karşılık verdi. “Doğru dedin, çiftçi kardeş.” “Kusurlarının en büyüğü de... işte canım, her zamanki.” “Hırçınlık değil mi? Öyle, çok doğru.” “Yoo.” “Neymiş öyleyse?” Güzel yolcunun ilgisizliğine belki de biraz alınmış olan Gabriel, geriye, çitin arkasından, onun aynaya bakışını seyrettiği yere doğru bir göz atarak karşılık verdi: “Kendini beğenmişlik!”
Bir şeye yüz yüze, açıkça baktığımızda bile, gözlerimizin alıp getirdiği izlenimleri içerimizdeki istek ve gereksinimlere göre renklendirip biçimlendiririz. Gabriel kızın yüzünü daha ilk baştan açıkça görebilseydi bile, çok ya da az güzel diye değerlendirmesinin kaynağı, o sırada ruhunun bir tanrıça arayıp aramayışına dayanacaktı.
Kız şu ücra yerde, kırlangıçlarla kargalardan (ve kendi görmediği çiftçiden) başka bir seyirci yokken, nereden aklına esip de gülümsemişti? Acaba gülümseyişi, yalnızca gülme sanatındaki ustalığını denemek için girişilen yapmacık bir eylem miydi? Bilen yok. Bilinen tek şey, girişilen bu işin gerçek bir gülümseyişle sona erişidir.
Bir insan değer kazanabilmek için dayanıklılığından çok dış görünüşüne güveniyorsa, böyle bir yürüyüş zararlı bir kusur sayılabilir.
%40 (200/496)
Çılgın Kalabalıktan Uzak
Çılgın Kalabalıktan UzakThomas Hardy
8/10 · 2.969 okunma
6,1bin öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.