Gerçekten de, bir çocuk oyun oynamıyorsa, bu çoğunlukla bir şeyin onun çocukluk etmesine ve dolayısıyla kaygısız bir biçimde içsel oluşumu için gerekli ve mümkün özdeşleşmeleri yaşamasına engel olmasındandır.
Oyun özellikle küçük bir çocukken insanın henüz göze alamayacağı senaryoları sahneleyebilmesine izin verir: bir prenses olmak, en güzel, en sevilen ya da Külkedisi gibi beyaz atlı prensle evlenerek kraliçe olacak küçük bir çocuk olmak gibi. Oyuncak bebek ve girip çıktığı kılıklar aracılığıyla, burada giysinin bir duyguyu, bir gücü, ruhsal olarak iz bırakacak bir ideali pekiştirdiği kadınlıkla ilişkinin başladığını anlamak hiç de zor değil. Oyun kişilik oluşumunun zeminidir.
Ve eğer küçükken her kadın bebeklerini giydirerek oynadıysa yetişkinliğe erdiğinde giyinmek oyuncu bir yaratıcılıkla kendisini iyi hissetme, artık kadın olan bedenini, sürekli evrim halinde olan bedenini anlamlandırmasına, yeniden anlamlandırmasına izin verir.
Bir giysi yerine göre bir hikâyeyi, bir arzuyu, bir ihtiyacı, bir isyan sancağını, sosyal bir damgayı ya da başka türlü yorumlamak istersek, bir semptomu, bir koltuk değneğini, hatta bir protezi cisimleştirebilir.
…peki ya kadının kendisine ve giysiyle arasındaki bağa ne demeli? Bu bağ baskıcı, istilacı bir hal aldığında kadın giyside ne arıyor? İçinde kendisini son derece kötü hissettiği deriye tercih edilen ikinci bir deri mi? Kendisinde yetersiz olduğuna hükmettiği “ikincil cinsel özellikler”in güçlendirilmesi mi? Oğlan çocuğunda gözüne çarpan fazlalığı kıskanan küçük kızdaki, psikanalizin babasının ‘Penisneid’ yani penis hasedi diye adlandırdığı şeye giysi formunda getirilen bir teselli mi?