“…sonra şişeyi Asle’ye uzattı bir yudum içmesini istedi, Asle içkiyi yudumladı, derken Sigvald Baba elindeki kemanı Asle’ye verdi, biraz çalıp havaya gir dedi, en iyi müzik yavaştan çalmaya başlayıp, incecik tınılardan yükseklere taşımakla, hiçlikten muazzama çıkmak şeklinde olur, dedi, Asle oturduğu yerde hiçlikten başladı çalmaya, ta altlardan
"...sonra şişeyi Asle'ye uzattı bir yudum içmesini istedi, Asle içkiyi yudumladı, derken Sigvald Baba elindeki kemanı Asle'ye verdi, biraz çalıp havaya gir dedi, en iyi müzik yavaştan çalmaya başlayıp, incecik tınılardan yükseklere taşımakla, hiçlikten muazzama çıkmak şeklinde olur, dedi, Asle oturduğu yerde hiçlikten başladı çalmaya, ta altlardan başladı müziğe, çalabildiği kadar ağır ve alçak tonlardan çaldı biraz ve giderek üst perdelere yükseltti."
Günümüz mevcut kültürünün, onca teknik ilerlemeye karşın, insanı ahlaken kötü yönde etkilediği ve insanlarda bir tür huzursuzluk meydana getirdiği artık su götürmez bir gerçek olmaya başladı. Bize her şeyi her yerde ve aynı anda yapmayı salık veren tüketim kültürü, bu fırsatçılık kültürü, insanın varoluşsal karakteriyle büyük bir çatışma
"Sonuçta, sadece vebanın içinde yaşamak çok saçma. Tabii ki insan kurbanlar için mücadele etmeli. Ama başka hiçbir şeyden hoşlanmaz hale gelmişse, ne işe yarar mücadelesi?"
Albert Camus'dan iki yüzü olan bir hikaye. Bir yanıyla, henüz içinden geçtiğimiz için, inanılmaz derecede gerçekçi olduğunu fark edeceğimiz bir salgın
İzin belgelerimizle dalgakırana gidebiliriz. Sonuçta, sadece vebanın içinde yaşamak çok saçma. Tabii ki insan kurbanlar için mücadele etmeli. Ama başka hiçbir şeyden hoşlanmaz hale gelmişse, ne işe yarar mücadelesi?
Bir anlık dalgınlıkla başkasının yüzüne doğru soluk vererek ona hastalık bulaştırmamak için hep dikkatli olmak gerektiğini de biliyorum. Doğal olan, mikroptur. Gerisi sağlık, dürüstlük, saflık; bunlar iradenin, hiç tereddüt etmemesi gereken bir iradenin işidir. Dürüst insan, kimseye mikrop bulaştırmayan insan, en az dalgınlık yapandır. Ve hiç dalgınlık yapmamak için irade ve sürekli bir gerginlik gerekir! Evet Rieux, vebalı olmak çok yorucudur. Vebalı olmamayı istemek ise daha da yorucudur. İşte bu nedenle herkes yorgun duruyor, çünkü bugün herkes biraz vebalı. Ama işte bu nedenle, artık vebalı olmak istemeyen bazı kişiler sonsuz bir yorgunlukla karşı karşıya ve bundan onları ancak ölüm kurtaracak.
daha berrak görmeyi beklerken bu inatçı körleşmeyi seçtim. O zamandan beri değişmedim. Uzun süredir utanıyorum, uzaktan da olsa, iyi niyetle de olsa, bir katil olmaktan ölesiye utanç duyuyorum. Zamanla başkalarından çok daha iyi olanların bile bugün öldürmekten ya da ölüme göz yummaktan kendilerini alamadıklarını görüyorum, çünkü içinde yaşadıkları mantık böyle gerektiriyordu ve ölüme sebep olma tehlikesi olmadan şu dünyada tek bir hareket bile yapamıyorduk. Evet, utanç duymaya devam ettim, hepimizin vebalı olduğunu öğrendim ve iç huzurumu yitirdim.
Sonuçta, henüz vebadan ölmemiş olan bizlerle birlikte, o da özgürlüğünün ve hayatının her an elinden alınabileceğini hissediyor. Ama başkalarının da bunu yaşamasını normal buluyor, zira kendisi korku içinde yaşamış. Daha doğrusu, korkuyu başkalarıyla birlikte taşımak, onu tek başına yüklenmekten daha iyi geliyor ona. İşte bu noktada yanılıyor, onu anlamak başkalarını anlamaktan daha zor. Ama her şey bir yana, yine bu noktada, başkalarından daha çok anlaşılmayı hak ediyor.
Herkes alçakgönüllüydü. İlk kez, sevdiğinden ayrı düşenler, uzaktaki kişiden söz etmekten, herkesin kullandığı dili kullanmaktan, ayrılıklarını salgın istatistikleriyle aynı açıdan değerlendirmekten kaçınmıyorlardı. O zamana kadar, çılgınlar gibi acılarını toplumsal felaketten kaçırmaya çalışmışken şimdi duygusal karmaşayı kabulleniyorlardı. Belleksiz ve umutsuz, şimdiki zamanın içindeki yerlerini alıyorlardı. Gerçekte, onlar için her şey şimdiye dönüşüyordu. Şunu belirtmek gerekir, veba sevme gücünü ve hatta dostluk duygusunu herkesin elinden almıştı. Çünkü aşkın biraz olsun geleceğe gereksinimi vardır, oysa bizler için artık kısa anlardan başka bir şey yoktu.
Doktor karanlıkta durmaya devam ederek, bu soru ya daha önce cevap verdiğini söyledi; eğer her şeye kadir bir Tanrı'ya inanmış olsaydı insanları iyileştirmeyi bırakır ve bu görevi ona emanet ederdi. Ama bu dünyada kimse, hiç kimse, Tanrı'ya inandığını sanan Paneloux bile, bu türden bir Tanrı'ya inanmıyordu, öyle ya hiç kimse kendini sonuna kadar Tanrı'nın ellerine bırakmıyordu ve bu açıdan Rieux, her haliyle yaradılışla mücadele ettiğinden, en azından kendisinin doğrunun yolunda olduguna inanıyordu.
O andan başlayarak vebanın, hepimizin uğraşı olduğu söylenebilir. O ana kadar bu tuhaf olayların hemşerilerimizde yol açtığı şaşkınlık ve endişeye karşın, herkes elden geldiğince her zamanki meşguliyetleriyle ilgilenmişti. Şüphe yok ki böyle de sürecekti. Ancak kentin kapatılmasıyla herkes, hatta anlatıcı da, aynı gemide olduklarını ve bununla mücadele etmeleri gerektiğini anladı. İşte böylece, örneğin insanın sevdiğinden ayrılması gibi bireysel bir duygu birdenbire, ilk haftalardan itibaren tüm bir halkın duygusuna dönüştü ve korkunun da etkisiyle, bu uzun sürgün döneminin başlıca acısı oldu.