“Ruhumu istediğim kadar sorguya çekeyim, kıyısını bucağını karıştırayım, hiçbir derin titreşim bulamıyorum orada. İnsanın iç dünyasının kül rengi mekanlarında, daha başka yıkıntıların altında yatan daha başka yıkıntılardan başka bir şey yok. Peki ama, yıkıntı varsa, belki de daha önce bir tapınak, ışıklı sütunlar, mumlarla aydınlatılmış bir sunak vardı? Yalnız bir varsayım bu. Gerçekte, hiçbir zaman, hiçbir şey olmadı orada belki de kaos dışında.”
“Mutlu mu? Gerçek şu ki, bu sözcük artık anlamını yitirmişti. İnsan ne tüm dünyaya sahip olabilir ne de ondan kendini tümüyle soyutlayabilirdi. Yaşayıp giderdi işte…”
“Etrafımızda milyonlarca insan hiç yaşamadan ölüyordu; bu olgu gökyüzünü bile karartıyordu. Bu durumda nasıl oluyor da, bizler hâlâ rahat nefes alabiliyoruz, diye düşündüm.”