Terketmedi sevdan beni
Aç kaldım, susuz kaldım
Hayın, karanlıktı gece
Can garip, can suskun
can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede
Tütünsüz kaldım
Terketmedi sevdan beni
Çocukluğunu yarım yaşayanlar ne kadar büyürlerse büyüsünler, her çaresiz anlarında ona geri dönerler. Onları nerede görseniz tanırsınız. En yetişkin halleri, hatta hüzünleri bile biraz çocuksudur onların.
Çocuk hüznü, evet. Çok istediği oyuncağın neden alınmadığını bir türlü anlayamayan, babasının nereye gittiğini, bir gün önce akvaryumda nazlı nazlı süzülen balığına ne olduğunu, dedesinin ona sormadan neden cennete gittiğini, annesinin saçlarını yıkarken neden canını yaktığını ve neden hep yorgun olduğunu, arkadaşlarının neden oyunlarına onu almadığını bilemeyen: Allah'ın ve karşı evdeki yaşlı amcanın niye hep öfkeli olduğuna akıl sır erdiremeyen, iri bakışlı, sarkık dudaklı, bükük boyunlu çocuk hüznü... Çocukluğunu yarım yaşayanlar büyüdüklerinde, o hüznü de büyütürler beraberlerinde. Onlar bu yüzden her şeye üzülebilirler. Onları üzmek bu yüzden çok kolaydır. Bu yüzden gözlerinde akacak yer arayan yaşlarla dolaşır onlar. Onları kandırmak ve ağlatmak bu yüzden çocuk oyuncağıdır. Ve bu yüzden onlarla uğraşmak iki kere ayıptır. Onların çabucak kırılıverecek hayalleriyle oynamak iki kere günahtır. Eğer şefkat gösteremeyecekseniz, uzak durun en azından. Bütün büyüyememişlerin yarım kalmışlığının hatırına en azından bunu yapın uzak durun.
Wittgenstein, "Üzerinde konuşamayacağın şey hakkında sus!" dedi. Beceremedim. Sokrates, "Kendini tanı!" dedi. Tanıyamadım. Annem, "Allah akıl fikir versin!" dedi. Vermedi Allah akıl fikir. Ortasını zorladığım ömrümün arkada kalan kısmına bakınca tek bir şey görüyorum sislerin ardında. Şikayet... Kime mi? Orhan Gencebay'ın dediği gibi. "Şikayetim yaradana..."
Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi
Ne kapanan kapılar
Ne yıldız kayması gecede, ne güz
Ne ceplerde tren tarifesi
Ne de turna katarı gökte
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini
Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken
Duvarlara dalıp dalıp gitmesi
Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık...
İnsan suçlamak istedikten sonra her şeyi suçlayabilir. Şartları suçlar, kaderi suçlar, yaptıkları için kendisini, yapamadıkları için karşıdakini ve bu kompozisyonu dizayn ettiği için Tanrı'yı. Tatlı ama zararlı bir alışkanlıktır suçlamak, bir kez başlandı mı önü alınamayan.
Herkes ve her şey, zayıf, acıklı ve masum yanlarını görünmez zannedilen yerlerinde gizleyip, diğerlerine gösterdikleri ön cephelerini ise süsleyip, güzelleştirip, bazen de acımasızlaştırıp, yan taraflarının kimse tarafından görülmediği yanılsamasıyla kendilerini kandırıyorlardı. Yanılıyorlardı ama. Birileri, sayıları az da olsa birileri için yan taraflar ön cephelerden daha önemliydi. Birini gerçekten sevmek istiyorsanız ya da sevip sevmediğinizden emin değilseniz, ona herkesin gördüğü ön tarafından değil de herkesten, sizden bile saklamak istediği yan tarafından bakmaya çalışın. Eğer yan tarafından da severseniz ya da seviyorsanız, gerçekten seviyorsunuzdur.
Gidelim buradan... Göğsünü sıkan, içini daraltan o laneti geride bırakıp gidelim. Burada yağmur bile güzel yağmıyor artık. Yağmuru güzel yağan bir yerlere gidelim.
Gidelim buradan... Burası bizim değil. Nasıl baş ederiz bu kadar saçmalıkla? Her şeye sıfırdan başlanabilecek bir yerlere gidelim.
Gidelim buradan... İlaçlarını yanına alma. Kitaplarımı almayayım ben de. Biraz da onlar çıldırtmıyor mu bizi? Havası ilaç, denizi kitap bir yerlere gidelim.
Gidelim buradan... Bıktım tepemizde sallanan manasız sorulardan. Soru sorma artık bana. Soru sormayayım sana. Her türlü sorunun tedavülden kalktığı bir yerlere gidelim.
Gidelim buradan... Burada insanlar kötü. Hep bir şeyler anlatmamızı bekliyorlar, hep bir şeyler anlatmamızı isteyecekler, bitmeyecek bu hiç bitmeyecek. Kimseye bir şey anlatmak zorunda kalmayacağımız bir yerlere gidelim.
Gidelim buradan... Bak uyuyamıyorum yine. Senin de uykuların defolu, bölük pörçük. Huzur içinde uyuyabileceğimiz bir yerlere gidelim.
Gidelim buradan... Ya sen bana gel ya da ben geleyim sana. Sonra gidelim. Hadi...
Yıllar önce "İnsanlardan beklentiniz nedir?" gibi bir soruyla karşılaşmıştım. Şöyle cevaplamıştım o soruyu;
"Susun! Çünkü bana söyleyeceğiniz her şeyi ya daha önce birileri söyledi ya da bir yerlerde okudum. Nasihat kafa karışıklığına iyi gelir; merhamet acıya, şefkat öfkeye... Ve ben o kadar çok şey görüp geçirdim ki, ne nasihate ihtiyacım var artık ne merhamete ne de şefkate. Çünkü tahammülüm kalmadı artık. Çünkü hiçbiri gerçek değil. Gerçek olan tek bir şey var ; Şu an burada olmak zorunda olduğum için olmak istediğim yerde olamıyorum ve bir gün burada olmak zorunda kalmadığımda olmak istediğim yerde olacağım. Bedenimle ya da ruhumla. Bilmiyorum. Bir gün olacak ama bu. Anlayabiliyorsanız bunu içinizden anlayın. Anlamıyorsanız da, susun..."
Nasıl eski yaşamınızı geri getirebilirsiniz? Nasıl devam edebilirsiniz ki? Gönlünüzde geri dönüşün olmadığını anlamaya başladığınızda. Bazı şeyleri zaman asla iyi edemez. Bazı yaralar derinlere işler, izi hep kalır..
Peki dünyanın en büyük yalanı ne? diye sordu delikanlı, şaşkınlık içinde.
Hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. Dünyanın en büyük yalanı budur.