96'dan başlayıp 39-9' un sırrına varmak için.
<-Kim
ilmi cahillere verirse onu zâyi etmiştir. Kim ilmi
isteyene vermekten geri durursa zulmetmiştir.>
İmam Gazali.
“Bu çağ her şeyin kamuyla paylaşıldığı bir çağ, neredeyse hiçbir mahrem yok. İnsan ruhu ilahi bir emanet ve oraya sadece izin verilenler, kaderin izin verdikleri girebilmeli.”
AMA BEN İNSAN OLMAYI SEÇMEDİM Kİ!
ALLAH beni böyle yarattı. Belki ben seçme hakkı istemeyecektim. Böylece melekler gibi hep cennette olurdum, ühü ühüüüü. Öncelikle bilmelisin ki, SEN İNSAN olmayı seçmezdin.
Çünkü yoktun! ALLAH'ın bize (İnsan olmak mı, yoksa hayvan olmak mı istersin) diye sorabilmesi için önce bizi yaratması gerekirdi.
O zamanda
Dünya bir heves işte Asım. Hevesini alanlar ve hevesi kursağında kalanlar var. Bir de kimseler pek bilmez, senin gibi 'heves ne ki' deyip kenara çekilenler var. Hevesten geçenler...
Sayfa 82 - Zeki Bulduk/Bir acı yel esinceKitabı okudu
Kur'an'da kalbin tarifi yapılmıyor, akıl kavramı isim olarak geçmiyor ama üç yüzden fazla ayette bir biçimde akıl vurgulanıyor, defalarca kalpleriyle akletmekten bahsediliyor.
Cemil Meriç'in "iyilik eden mükâfat bekliyorsa tefecidir" sözü ne kadar derin bir hakikate işaret ediyor.
MarcusAurelius'un "birisine iyilik etmişsen, daha fazla ne istiyorsun? Doğan'a uygun davranmış olmak yeterli değil mi senin için? Yaptığının karşılığını görmeyi mi arıyorsun daha? Gözün görmek, ayakların yürümek için ödül istemeleri gibidir bu söz.
İyisi mi, Mustafa Kutlu’nun “Hüzün Ve Tesadüf” kitabından yapacağımız alıntı ile sözü hülasa edelim.
“Bir şey yap güzel olsun… Huzura vesile olsun, rikkate yol açsın, şevk versin, hakikate işaret etsin.
Bir şey yap doğru olsun. İnsanları yalanın ve yanlışın batakhğına düşmekten korusun. Rüzgâr ve akıntıya kapılmasın; kırılsın lakin eğilip bükülmesin…
Bir şey yap iyi olsun. Hizmetten, hürmetten, merhametten müteşekkil olsun. Kalpleri yumuşatsın; garibin, yolcunun, zayıfın derdine derman olsun.
Bir şey yap adil olsun. Haktan, hukuktan ayrılmasın…
Bir şey yap barış olsun insanlar kin ve nefretten uzaklaşan. Bombalar patlamasın çocuklar ölmesin.
Ohooo, bana neredeyse dünyayı düzelt diyorsun. ..
Öyle. .. Hadi bir şey yap. . .”
Eski zamanların bizimkileri hal ehli olmayı önemserlerdi; Peki şimdilerde biz ne haldeyiz? Giydiğimiz elbiselerin, bindiğimiz araçların, oturduğumuz evlerin yakışıp yakışmadığıyla ilgiliyiz daha çok. İletişim kurabilmek için beden dili adı altında bakışlar, tavırlar, jest ve mimiklere dair sözüm ona bir sürü eğitimden geçiyoruz ancak hâl ehli olamıyoruz. Halimizi gizlemek için gösterdiklerimiz örtmüyor bizi. Hâl dilinden uzaklaştığımız için konuşmalarımız gürültüden öte bir şey ifade etmiyor. Halden hale giriyoruz ama hâl diline geçemiyoruz bir türlü.
Hâl ile konuşmak, hâl ile söylemek, hâl ile yürümek, hâl ile hâllenmek. . . Lisanı hâlimiz ne söyler, lisanı kâlimiz lisanı hâlimize ne kadar uygun, sözlerimizle eylemlerimiz arasında ne kadar fark var'? Söylemle eylemin arasındaki farkın açıldığı zamanları yaşıyoruz. Modern zamanlar söz ile eylemin, kâl ile hâlin arasını açıyor. Sözün etkisini yitinnesi, kalıcı olamaması, gönülden gönüle ulaşamaması, gönülleri inşa edememesi, birleştirici olamaması sözümüzle hâlimiz arasındaki uçurumdan kaynaklanıyor.
Başlangıçta, her şeyin başlangıcında önce s/öz vardı. Sonra “ol” emir ile söz başladı. İlk sözle var ‘ol’du her şey. O’nun sözü sözlerin en güzeliydi. Ve ondan sonraki tüm sözler O’nun sözünü yüceltmek içindi. . . Söz varlığın kaynağı, varlığın yani var olmanın, varlık tasavvurunun tezahürü; olmanın ya da olmamışlığın işareti. İnsanın kendini ifadesi sözle başlar, insanın insanla teması, ünsiyeti sözle başlar. Sözün özle ilişkisi bu yüzden önemlidir. Sözü ile vardır insan; ne söylediğimiz, ne yapmak istediğimize götürür. İdrakimizin yansımalarıdır sözlerimiz, dolayısıyla neyi inşa edeceğimizi de sözümüzle ortaya koyarız.