Bir keresinde yerkürenin çekirdeğinde yanan ateşe tutulmuştum.
Saçlarımdan tutuşmuştum.
Bir keresinde bir jilete aşık olmuştum.
Ne kadar ince damarım varsa hepsini tek tek kesmiştim.
Akan kanda geleceğimi içmiştim.
Bir gün kahvaltı masasında bize, bu evdeki su deli, dedi. Ne demek istediğini anlamadık. Hastalığına verdik. Aynı gün büyük torununa tuhaf bir masal anlatmış. Deliren suya aşık olan kızın masalı. Su o kadar deliymiş ki ona aşık olan kızı farkedememiş. Devamlı akmış, durması gereken yerde durmamış, duyması gereken sözleri duymamış, kendine renk, koku, tat seçmemiş, aktığı yerlerin rengini, kokusunu, tadını çalmış. Bir hızlı akmış, bir yavaş, bir çağıldamış, bir damlamış. Kız, deli su kendisini fark etsin diye her şeyi yapmış. Ama su onu ne görmüş, ne sevmiş. Sonunda deli, suyun dikkatini çekmek, yolunu kesmek için, küveti taşana kadar doldurmuş. İçine girmiş. Bileklerini kesmiş. Su kendisine aşık kızı o an fark etmiş. Rengi kırmızı, kokusu kan, tadı kan ... Gökten üç elma ... rengi yine kan, yine kan yine kan ...
Geceleri ben ağır, çok ağır bir taşın altında uyurum.
Gündüzleri hafif , çok hafif bir yaprağın ucunda yaşarım.
Gece beni taş ezer.
Gündüz rüzgar devirir.
Kanadıkça kanarım.
Hayallerimi o yüzden kanla yazarım.
Arkadaşımdan ödünç aldığım merakla bir günde okuduğum aslında çok şey umduğum ama bulamadığım güzel denebilecek film gibi bir kitap. Dil, içerik, konu ve karakter incelemesi yapmak fazla bu kitaba bence çerezlik bir kitap beyninizi yormuyor.