"Her nesnenin kendi bilinci vardır. Diyelim ki şu bardak...kendi bilincindedir. Şuraya kadar bilebilir. Oraya gelince dolmuştur. Şimdi bu sürahi kendi bilincindedir. Şuraya kadar bilebilir. Fakat bu bardak, bu sürahinin bilebildiğini bilemez. Kendi biçiminin elverdiğinden daha fazlasını içiremez. Ama bak. Bu...bunu doldurabilir."
Neyi nasıl seveceğinin ayrımına var. Çünkü insan olman neyi nasıl sevdiğinle doğrudan ilgilidir. Neyi nasıl seveceksin? Ara, bul. Zira sevgi aramaktır, bulmaktır.
Kuş olup uçmak, uçmak, ta bulutlara doğru yükselmek... Lakin bu ne kadar mümkün? Mümkün mümkün ama nasıl? İşte asıl mesele bu "nasıl"da saklı. "Nasıl" yükünden azade olmayınca uçmak da mümkün olmuyor.
Demem o ki hiçbir şeye becid bakmamalı... Üzerinde durmalı, beklemeli, anlamaya gayret göstermeli. Sonra, baktığın ve sevdiğin her şeye bağlanmamalısın. Bağlanılacak yegâne varlık, Allah'tır. İşte ilim, bu bağ ile ortaya çıkıyor.
Ah çoban yıldızı, ah ki ah! İnsan neyi unutmadı ki? Evvela kendini unuttu; beton binalara hapsolmuş hayatlar içinde, evvela kendini unuttu. Neyi kaybetmedi ki... Üç günlük dünya için neyi vermedi?
Seyretmek, her ne kadar sadece bakmak ve temaşa etmek gibi anlamları çağrıştırsa da esası itibariyle özünde bir yolculuk, bir hareket, bir dostluk barındırır.