“Annen gelirdi aklıma sana dokunurken, içimden tekrarlardım, bana seni kimin büyüttüğünü söyle, çocuk. Söyle. Arala ağzını. Bir isim, bir nitelik, bir varlık çıkar boşluğa hava üfler gibi, söyle; gideyim, ayaklarının dibinde azametine karşı duyduğum mahcubiyetten dert yanayım. Bir bakayım, hangi ellerin gölgesinde okşanmış yanakların.
Sonra bir anneden yoksunluğu öğrendim, ona da diktim gözümü.
Canımın en güzel parçası, anne olabildi mi günahın sana?”
“Oldu, oldunuz. Siz bana anneden de öte, bir dünya dolusu insan oldunuz. Kalabalığımdı sesiniz, işitmezsem şayet, bir başınalığımın gürültüsünden delirecek oluyordum. Yokluğunuzda dahi göğsünüzde yaş aldım, benim ayak bastığım neresi varsa, siz orada, bir adım arkamdaydınız.
Biz bir günahın doğurduğu iki cehennem tohumuyuz, ekiliriz, ekilmeyiz, muamma. Lakin zehir bile saçacak olsam, yanımda filizlenen yaprağınızın gölgesiyle tertemiz bir çiçek olur, yüzümü güneşe dönerim.
Evet, sizden öte kim anne olurdu bana? Ne de güzel beslendim, ne de güzel uzadı saçlarım..