Hayattan alacaklı olduğumuzu düşündüğümüz sürece yetinmek zordur. Oysa güç, sahip olmakla değil, yoksunluklara tahammül edebilmekle gelişir. Belki de şimdiye kadar size bunu söyleyen biriyle karşılaşmadınız.
1600’lerde Kahire’ye ya da İstanbul’a seyahat ettiğinizde çok kültürlü ve hoşgörülü metropollerle karşılaşırdınız; Sünniler, Şiiler, Ortodoks Hristiyanlar, Katolikler, Ermeniler, Kıptiler, Yahudiler hatta zaman zaman Hindular bile görece uyum içinde hep birlikte yaşarlardı. Osmanlı İmparatorluğu dini sebeplerle ayrımcılık yapsa ve aralarında kendilerince çatışmalar yaşansa da Avrupa’yla karşılaştırıldığında özgürlüklerle dolu bir cennetti. O dönem Paris ya da Londra’sı, üzerinden dini radikallik akan, sadece hakim grupların barınabildiği topraklardı. Londra’da Katolikler, Paris’te Protestanlar öldürülürken, Yahudiler şehirlerden sürülür, Müslümanlar ise şehirlere adım bile atamazdı. Yine de Bilimsel Devrim, Kahire veya İstanbul yerine Londra ve Paris’te başladı.