Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ahmet CESUR

Ahmet CESUR
@Pensador
Sıkı Okur
En büyük hayalim; insanlığın, fikirlere saygısızlığın en büyük suç sayıldığı bir zamana evrilip, bir kere var olmalık bu hayatta tamamen özgürleşmesi.
Hayatın gerçekleri oldukça basittir. İlk başlarda hayvanlardan, havadan, ağaçlardan, gecenin karanlığından, yani birbirimizden başka her şeyden korkuyorduk. Şimdi ise birbirimiz dışında hemen hemen hiçbir şeyden korkmaz hale geldik. Kimse diğerinin neyi, neden yaptığını bilmiyor. Kimse doğruları söylemiyor. Kimse mutlu değil. Kimse güvende değil. Dünyada yanlış olan onca şey arasında yapabileceğin tek şey var, o da hayatta kalmak. Hayatta kalmak zorundasın. İşte bu ikilemden dolayı da bir ruhumuz olduğu ve kaderimize önem veren bir Tanrı bulunduğu yalanına inanıyoruz.
Reklam
Yoksulluk ve açlık yürekleri çökertir, ruhları körletir, insanları acı çekmeye, köle olarak yaşamaya alıştırır: Öylesine ezer ki onları, boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz.
Halkın yoksulluğa düşmesinin baş nedeni aristokratların çokluğudur. Bu yararsız, bu bal vermez arılar başkalarının alınteriyle geçinmekte, topraklarında çalışanlardan daha fazla yararlanabilmek için onları derisine kadar yüzmekte, bunun dışında başka gelir kaynağı bilmemektedirler. Ama iş keyif için para harcamaya geldi mi, bu adamların yapmayacağı delilik yoktur.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Protagoras’a göre, insan, her şeyin ölçüsüdür. Peki, insanın ölçüsü nedir? Her şey mi? Diğer insanlar mı? Partiküllerin hareketleri mi? Evrenin kanunları mı? Işığın hızı mı? Kilogram mı, metre mi? İnsanın hacimsel ağırlığı mı? Hücre sayısı mı? Kromozom sayısı mı? Hayatı boyunca kaç kez ölmeyi düşündüğü mü? Kaç kez nefes alıp verdiği mi? Hiç biri...
Ben ruhlara inanmam. Ruh, bir insan icadıdır. Bedeni yaralandığı gün, varlığının bir parçası olan ancak asla zarar görmeyen bir şey hayal etmiş, adını da ruh koymuştur. “Bedenimi parçalayabilir ama ruhuma dokunamazsınız!” demenin keyfini yaşamak için kendisine hayali bir sığınak inşa etmiştir. Sonrasındaysa bütün dinler, “Bedeniniz yoksulluk, hastalık, açlık ve savaşlarla acı çekebilir ancak biliniz ki ruhunuz cennete gidecektir” diyerek insan ve oğlunu körleştirmiştir.
Reklam
Babamın biçtiği gelecek üzerime olmuyordu. Ben, onun gibi değildim. Babamın sözünden çıkmayan ağabeylerim gibi değildim. Ben, içinde karanlığın ağır bastığı bir çocuktum. Karanlık basınca kendini tanıyamayan bir çocuk. Düzenli ve öngörülebilir hayatın bana sunduğu hiçbir şeyi kendime yakıştıramadım. Adını koyamadığım bir duygu vardı içimde. Parçalama ve parçalanma duygusu. Gitmek istiyordum. Hayatın sonuna kadar gitmek.
Dünya, insanın kabuğu değil. Burası bizim yuvamız değil. Biz, yer çekimiyle dünyaya zincirlenmişiz. Kim bilir nereden kovulduk? Cennet mi? Hiç sanmıyorum! Hem de hiç!
Başkalarının egolarına karşı tepkisiz kalmak, kendi içinizdeki egonun ötesine geçmek için en etkili yöntemdir ama aynı zamanda kolektif insan egosundan sıyrılmak için de önemli bir adımdır.
Sürekli olarak daha fazlası için açlık duymak, bir hastalıktır. Kanserli hücreler de bundan farklı değildir, çünkü onların da tek amacı kendilerini kopyalamaktır ve bunu yaparken parçası oldukları organizmayı yok ettiklerini fark etmezler.
Tüketim toplumunun devam etmesini sağlayan şey, insanların kendi kimliklerini nesneler aracılığıyla bulmaya çalışmalarıdır ve bu da hiçbir işe yaramaz; ego sadece geçici bir süre için tatmin olur ve bu yüzden sürekli daha fazlasını arar, bir şeyler satın almaya devam eder, sürekli tüketirsiniz.
Reklam
Hayat zihnimin sandığı kadar ciddi bir şey değil.
Kutsal metinlerde insanın "Tanrı"nın suretinde yaratıldığı söylenirken, insanlar kendi suretlerinden "Tanrı" yaratmayı tercih ediyorlardı. Sonsuz, şekilsiz ve isimlendirilemez olan, tapınılması gereken zihinsel bir idole dönüştürülmüştü.
Korku, açgözlülük ve güç hırsıyla ateşlenen yıkıcı ve zalim savaşlar, tıpkı kölecilik, işkenceler ve dini ya da ideolojik nedenlerle yayılan şiddet gibi, insanlık tarihinin sıradan olayları arasına girdi. İnsanlar, doğal felaketlerden çok birbirlerinin ellerinden acı çektiler.
Aslında sin - günah kelimesi, yanlış anlaşılmış ve yanlış tercüme edilmiştir. Yeni Ahit'in yazıldığı antik Yunanca'dan kelime anlamıyla tercüme edildiğinde, günah kelimesi mantığı kaçırmak anlamına gelmektedir. Yani beceriksizce, körlemesine yaşamak ve böylece acı çekmek ya da acıya neden olmak demektir.
İnsanların algılarında uyanık ve dingin bir dikkat, belli derecede bir varlık olduğunda, her yaratığın, her yaşam biçiminin içindeki ruhsal özü görebilir ve kendi özleriyle birleştirerek kendileri kadar sevmeyi başarabilirler. Ama bu olana kadar, çoğu insan sadece dış biçimi görür ve içsel özün farkında olmaz.
1.542 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.