Sınava hazırlanan bir öğrencinin nasıl her gün düzenli çalışması gerekiyorsa, ölüme de öyle titiz bir şekilde hazırlanılmalıydı. Ölümün hazırlığı ise elbette ki, ibadetler ve güzel amellerdi.
Hüzün insana biraz da dünyanın faniliğini, her şeyin gelip geçiciliğini hissettiriyor galiba. Hüzün dalgası yüreğimize geldiği zaman, bu dünya bizim yurdumuz değil diyoruz. Daha ötelerde bir yurdumuz var ve hüzün o ebedi âlemi hatırlatıyor. Bu geçicilik ve hüzün hissi, insanı daha mütevazı kılıyor. Hü- zünlü bir insan bir başkasını kıramaz, kalp kıramaz, yeryüzünde firavunluk taslayamaz. Hüzünlü bir insan, etrafıyla iyi geçinmek ve iyilik yapmak ister.
“Bilmezden gelmek bazen en iyisi. Bilmemeyi istiyorsun çünkü. Öyle olmamasını istiyorsun. Gerçeğin öyle olmamasını. Ama elinden bir şey gelmiyor. Kendi gerçeğini yaratıyorsun sonra, o gerçeği öyle bir sarılıyorsun ki, seninle beraber herkes inanıyor. Ama çok bilmek de iyi değil. Söyleme bilmeyeyim.”
İçimde çok büyük bir ağlamak var. Bir ağacın altında oturarak hem kendime, hem bütün insanlara hem börtü böceğe, kurda kuşa. Bin yıllık gözyaşıyla ağlamak istiyorum...
Yeter ki Türkleri aşağıla. Sana her gâvurdan destek gelir. Ama işin acı yanı ne biliyor musun evlat? Gâvurdan geldiği gibi içimizdeki gâvur âşıklarından da geliyor bu aşağılık iftiralar. Neyse, onları anarak çok da onları konuşmak istemiyorum ama bunların bir kere bile şehitlerimiz için gözyaşı döktüklerini göremezsin ama karşı taraf için nice mumlar diktiklerini görürsün.