"Neden maytaplarla oynuyordun peki? Çok kötü yaralanabilirdin."
"Oğlanlar oynuyordu. Ben onlardan daha cesurum."
"Kendine zarar vermek cesaret değildir, tatlım. Cesaret başkalarının zarar görmesini engel olmaktır. Beni hayal kırıklığına uğrattın."
"O boyalar, bence bitki kullanılmadan yapılıyor."
"Hiç mi bitki yok?"
Anahita başımı geriye attı. "Cık."
"Peki, sen bu boyalar hakkında ne düşünüyorsun, Anahita?"
"Şey, benim toprağın güzelliği, dediğim şey bunlar da yok. İnsan eli değmemiş gibi."
"Ah, evet! İnsanın işini yaparken doğaya bakmaması, doğayı kullanmaması bana çok yanlış gelir. Doğa,milyonlarca yıldır bize ilham verdi hiç tükenmez ki..."
Bu halıda gördüğün, ebedi bahardır.
Güneşin kızgın aleviyle kavrulmamıştır
Güzün yaman fırtınaları,
Kara kışın soğuğu vurmamıştır daha.
Çiçekler açar neşeyle.
Şu gördüğün kenar süsü, bahçe
duvarıdır aslında,
Yeşili koruyan.
Büyülü yer burası,
yeniden doğuşa sığınak olan.
İsimsiz Bir Sufi Ozan.
"Bu sabahki toplantıda çok sessizdiniz. Nedenini merak ettim."
"Babam, önce dinlemeyi öğren sonra da öğrenmek için dinle derdi. Sanırım ben de onun izinden gitmeyi seçtim."
Kartpostallara özgü güzelliklerle iç sıkıcı görüntülerin iç içe geçtiği bir rotayı takip ediyordu. Kırsalın cana can katan yemyeşil,kırmızı buğday siloları, ufka doğru kıvrılan minik dereler, taştan yapılmış yüz yıllık çiftlik evleri, kır çiçekleri ile bezeli tepeler. Ama biraz daha dikkatli bakılıdığında ekonomik çöküşün emareleri fark ediliyordu. Camları kırık pencereler, artık atıl bir şekilde kalakalmış, bir zamanların işlek süt fabrikalarının duvarlarını saran sarmaşıklar, harabeye dönmeye yüz tutmuş ahırlar, çiftlik evleri, her yanda SATILIK tabelalarının göze çarptığı hüzünlü kasabalar bir hayli moral bozucuydu.
Ders zorunluluk diyorsun ya... Zorunluluk olduğu için değil, öğrenmek istediği için öğrenmeli insan. İster okulda ister bir kitabın sayfalarını karıştırırken...