Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
Sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
üstüm başım çamur içinde
yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim.
Bir gün Atatürk’ün doktorlarından biri bana, ‘'Arkadaşınızı hiç kıskanmadınız mı?’' diye sordu. Bir süre samimiyetle düşündüm ve ona şöyle cevap verdim:
"Belki ilk zamanlar ben niye onun kadar önemli olamıyorum diye düşünmüşümdür. Ama sonra emin olun böyle bir duyguya kapılmadım. Bu duygu şuna benziyor: Ağrı dağını kıskanabilir misiniz? Ya da gökten geçen bir bulutu ? Ya da denizi ? Mustafa Kemal’i kıskanmak, işte o kadar akıl dışı bir şey benim için. “
Değil mi ki yaşam, bir yerde ölümle - yani yoklukla - sonuçlanıyor. Öyleyse nedir bu didinip durma, bu yedim içtim, aldım verdim, benim senin kavgasının anlamı?