Bu noktalardan Büyük Bulgarya sahalarına kadar kuzeyden beş günlük mesafedir. Hangi şeytanın oralara Muhammed’in dinini götürdüğünü gerçekten sadece bilmek isterdim.
Orta Asya, Mançurya Ormanları ve Çin Seddi ile doğuda denizden ayrılıyordu. Buna karşılık batıda Avrasya stepleriyle Romanya ve Macaristan’a açılıyordu.
Yurtlarının girişini güneye çevirdikten sonra, hükümdarlarının karargâhını kuzeye koyarlar. Kadınların çadırları daima bunların doğusunda, yani oturduğu yere göre güneye bakan hükümdarın çadırının solundadır. Erkeklerin yeri daima batıda, yani hükümdarın sağındadır. Erkekler yurda girdikleri zaman, ok sadaklarını asla kadınlar tarafına asmazlar. Evin reisinin başının üstünde, duvarda keçeden bir figür bulunur. Bu figür bir bebeğe veya bir heykele benzer ve efendinin kardeşi yerine geçer. Kadınların başının üstünde de buna benzer bir maket bulunur ve o da kadının kardeşi sayılır. Biraz yukarıda iki maketin arasında daha küçük ve çelimsiz, fakat evin koruyucusu sayılan bir başka maket vardır..
İslâm yüzyıllarca Hıristiyan Batılıların korkulu rüyası oldu. Nasıl ki bu inancın mensupları yoluyla kültürel ve medenî verimlilikler Avrupa'nın gelişimini yönlendirmişse, askerî düşmanlık "kapıların önünde” bir tehdit olarak öyle kalıcı olmuştur..
Rubruk'un Doğuya Seyahati
• • •
Rubruk Seyahatnamesi, Moğol İstilası sırasında Fransa Kralı tarafından Wılhelm Von Rubruk’ün Moğollara gönderilen bir seyyahın yaşadıkları ve gördüklerini anlatan bir seyahatnamedir. 1253’te İstanbul’da başlayan 1255’e kadar ki üç yılı kapsayan bu seyahatname beş yazma nüshası bulunmaktadır. 1598’de ilk defa
Rubrucklu William ya da Willem van Rubroeck Felemenk bir Fransisken-misyoner ve kaşifti. 13. yüzyılda Moğol İmparatorluğu da dahil olmak üzere Orta Doğu, İdil-Ural ve Türkistan'ın çeşitli bölgelerine yaptığı seyahatlerle tanınıyor. O belki de Moğollara seyahat ettiği bilinen Avrupalıların en az bilinenidir, Marco Polo ve Carpini'nin gölgesinde kaldığını söylemek mümkün görünüyor. O bize Fransız kralının emriyle 1253 yılında başladığı seyahatle o günün bozkır imparatorluğunu çok fazla tasvire girişmeden anlatıp gösteriyor. Okuduğum seyahatnamenin tercümesine gelince, Rahmetli Aydın Sayılı Hoca'nın 1964 yılında kullanmış olduğu Wilhelm von Rubruk'un seyahatine dair notlardan 2001 yılında bütün nüshalar tetkik edilerek Sayın Ergin Ayan beyefendi tarafından Türkiye Türkçesine tercüme edilmiş. Okuduğum eser bu tercümedir. (Bunun dışında başkaca bir tercümanı yok sanıyorum)
Yalnız eserin dilinden mi, tercümeden mi bilmiyorum bazı yerleri anlamakta güçlük çektim. Öyle yerleri dönüp dönüp tekrar okumak biraz can sıkıcı oldu. Eser genişletilmeliydi, izahatlar ve dipnotlar daha fazla olmalıydı diye düşünüyorum. Eser bir seyahatname olduğu için isimler o günün isimlerini muhteva ediyor. Farzı muhal adı geçen şehir bugünkü şu vilayettir, yahut adı geçen şehir şu tarihlerde terk edilmiştir gibi açıklamalar daha çok olmalı ve görsel olarak zenginleştirilmeliydi. Bu haliyle eser yalnızca bir tercüme olmuş, gerçi benim istediğim şeyler de maliyet demek farkındayım ama gönül öyle istiyor işte. Okumalı ama Carpini ve Marco Polo'dan sonra, çerez niyetine.
Rubruk'un yerine göre masalsı yerine göre gerçekçi anlatısı dönemine fazlasıyla ışık tutuyor. Asya'nın geniş coğrafyası, Moğol hanlarının hükümranlığı altındaki tehlikeli toprakların deyim yerindeyse fotoğrafını çekmiş. Asya tarihinin siyasi, iktisadi, idari, sosyo-kültürel özellikle de dini panoraması için eşsiz bir kaynak ortaya çıkmış. Papaya sunulan bu elçilik raporundaki gerçekler bir devletin stratejisini çizmekle beraber derlenmesi çok zor bir rehberdir. Üstelik her araştırmacının kendi konusuna dair izlenimleri bulması pek zor değil. Zengin anlatıda herkes için bir şeyler var.