"Acaba daha olumsuz ne olacaktı da, onun yerine bu oldu, bu olumsuz görünen olay, daha olumsuz hangi olaylara engel oldu, diye tefekkür etmelidir insan."
"Müminin durumu ne ilginçtir! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ona sabreder, bu da onun için hayır olur "
"Dünyada tutunduğumuz her dal, ümit denen ağaçtan uzanıyordu bize. Yaşadığımız hayal kırıkları o dalı kurutup kırıyor ve her defasında nasılsa tutunacak başka bir dal buluyorduk."
Bir felakete yelken açacağımı bilmeden, ruhuma bir ümit fidanı dikmek istedim belki de. "Hayırlısı" dedim. Dedemi hatirladim sonra bu koskoca cümle ağzımdan dökülürken. Dedem "Hayırlısı demeyin" derdi, "Hayırlısı diyen kişi, hayırlı olan demek buymuş diye düşünüp başına geleni kalbine basmalı. Hayırlısı demek, bir anlamda Allah'tan gelen her şeye razı olma makamıdır. Başına gelen bela da olsa, sevinç de olsa aynı minnetle karşılamayı gerektirir. "Peki dede ne demeliyiz" diye sorduğumda, "Allah'ım, bana hayırlı olanı ver ve vereceğin her şeyin içinde sakladığın Hayrı görmemi nasip et, deyin" diye nasihat etmişti.
"Kendine bile sahip olamayan, çalınıp çöpe atılabilecek kadar aciz bir tanriydi Menât. Onlar şanslıydı, onların kralları çıplaktı. Her ne kadar söyleyemeyip kendilerinden bile gizleseler de bu hakikati çok açık bir şekilde görüyorlardı. Günümüzde olduğu gibi bin bir çeşit put, bin bir renge ve bin bir şekle bürünmemisti. Üstelik o iki gencin kendilerini çöpe atmasını engelleyemeyecek kadar da güçsüzdürler. Şimdi öyle mi! Bin bir şekle girmiş, bin bir renge boyanmış, dünyanın dayanılmaz cazibesiyle kaplanmış, en şatafatlı ve cazip bir halde nefisleriyle el ele vermiş inananlari Allah'tan uzaklaştırarak kendilerine kul yapmaya çalışıyorlar. Hatta sosyal ve psikolojik baskılarla adeta buna mecbur ediyorlar. İkna, eğlence, söz, para, makam ve mevkii gibi bin bir silahı kullanarak. Göze, kulağa, akla, duygulara hitap ederek..."
Eşim gelince ilk işi;
"-Ebû Umeyr nasıl? Ne yapıyor diye sormak oldu. Ben çocuğunun öldüğünü belli etmeden:
-Akşamdan beri huzur içinde yatıyor dedim. Akşam yemeğini yedik. Geceleyin uygun bir zamanda eşime:
-Ey Ebû Talha! Komşulardan biri, bir başka komşuya bir şey emanet etmiş. Daha sonra ondan geri istemiş ancak emanet alan komşu, aldığı emaneti vermek istememiş. Sen bu konuda ne dersin, diye sordum. Eşim;
-Oyle şey olur mu? Alınan emanet zani gelince geri verilmelidir, deyince
-Sana bir haber vereceğim ama sabırlı ve metin ol! Oğlumuz Ebû Umeyr'i bize emanet eden Allah onu bizden geri aldı, dedim."
(Ümmü Süleym Bint Milhân r.anha)