Veronika gazate okuyan, televizyon seyreden, dünyada olup bitenlerden haberli biriydi. Her şey yanlıştı ve kendisi herhangi bir şeyi düzeltebilecek durumda değildi.
Aklımı oynatmak pahasına, kendime defalarca telkinde bulundum, insan bir kez olsun, bir an olsun aptalca davransa ne olur sanki diye. Ama fazlasıyla belirsiz bir sözcük olan vicdan denen şeyden kaçamıyorsunuz.
"Siz böyle kitaplar okumaya nasıl alıştınız?”
“Gayet basit! Her gün yemek yemeye nasıl alıştıysam! Her gün bir şeyler yiyorum. Niçin? Midemi doyurmak için. Bilir misin, insanın midesi gibi kafası da acıkır. Kafayı doyurmak için de okumak gerekir. Bu yüzden okuyorum.”
Niçin de hep acı şeyler yazayım? Dostlar, yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar. "Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin?" diyorlar. "Hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan, bir karış toprak, bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden, cezaevlerinde ruhları kemirile kemirile eriyip gidenlerden, doktor bulamayanlardan, hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler, İyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?"
Ne söylerse söylesin, ne yalan atarsa atsın, ne kadar çırpınırsa çırpınsın bir faydası olmayacağını bu oyunu bir kere gafletle seyredenlerin bir daha aynı tuzağa düşmeyeceğini biliyordu.