"Bilim adamları bu görüşü kabule isteksizdirler. Ama tercih imkânımız da sınırlı: Hayat ya bizim gezegenin yüzünde bulunan hayatsız maddede olan kimyevi reaksiyonlar ile kendiliğinden oldu veya bir Yaratıcının iradesiyle yaratıldı." "İkincisi," diyor Jastrow, "ilmi araştırmanın ötesinde, bir inanç meselesidir." Doğru. Ama, diğeri de bir inanç meselesi değil midir? O da, kesin bir delil olmasa bile, bilim adamlarının hayatın kökenine dair söylediklerini doğru kabul etme inancına dayanmıyor mu?
Onları dinledikçe aklında yeni bir aşk kavramı şekillendi. Aşkın akılla alakası yoktu. İnsanın aşık olduğu kadının mantıklı düşünüp düşünmemesi önemli değildi. Aşk, aklın üzerindeydi. Ruth'un, Martin'in meslek ihtiyacını tam anlamıyla değerlendirmemesi durumunda bile Martin'in sevgisi zerre kadar azalmayacaktı. Ruth, aşık olunacak bir kızdı, ne düşünürse düşünsün.
Ancak kalabalıkta yaşayabilen insanın derdine çare bulunamaz. Bir de Pascal'ın bize örnek diye verdiği "odası kendisine yetebilen yalnız insana" bakın. O kendi ızdırabıyla başbaşa kalmaktan korkmayan hayat ejderi, bizim kalabalığımızın çok üstünde irade kudretlerine sahiptir. "Büyük yalnız" lar bizim zavallı kütlemizin velileri ve hakiki sahipleridir. Büyük kıymetlerimizin hâlikı olan bu insanlar bizden alkış dilenmiyorlar.
Hürriyet dâvasının kazanılmakta olduğunun aşikâr delili, feryatlar değil, fertlerin fikir, ilim, sanat ve siyaset hayatında kabiliyetlerini inkişaf imkânlarını yaratmış olmalarıdır.
'Bir çocuğun gülüşü veya bir yıldızın doğuşu ıztırapla olur. Iztırapta engin, eşsiz bir realite vardır. Hayatın sırrı ıztırap çekmektir. Güzel bedenler için zevk, güzel ruhlar için de iztırap gerektir.'
Gayesine ulaşabilen gerçek ve tam irade, fertten başlayan, aile ve devleti yani otoriteyi isteyen, millet ve insanlık basamaklarından da geçerek Allah’a ulaştıran iradedir.