❝
Newton, hareket eden bir cismin, yolu üzerinden çekecek bir etkiyle karşılaşmadıkça, düz hat üzerindeki gidişini sürdürdüğünü özetleyen çekim gücü yasasını buldu. Ay'ı yeryüzüne doğru sürekli olarak çekerek he men hemen dairesel bir yörüngede tutacak bir başka güç olmasa, Ay yörüngesine teğet bir çizgi üzerinden dümdüz fırlayıp giderdi, diye düşünüyordu Newton. Bu çekim gücünün uzaktan etki yaptığı kanısındaydı. Yerküreyle Ay'ı fiziksel olarak birbirine bağlayan hiçbir şey yoktur ortada. Buna karşın, yerküremiz sürekli olarak Ay'ı kendine doğru çekmektedir. Kepler'in üçüncü yasasını kullanarak Newton matematiksel olarak yerçekimi gücünü hesapladı. Bir elmayı yere çeken gücün Ay'ı da yörüngesinde tutan aynı güç olduğunu gösterdi. Uzak gezegenlerden Jüpiter'in o zamanlar yeni keşfedilen Ay'larını yörüngesinde tutan gücün de ayrı bir şey olmadığını ortaya koymuştu. Dünya var olduğundan beri yeryüzüne cisimler düşüyordu. Ay'ın yerküremiz çevresinde döndüğüne insanlık tarihi boyunca hep inanılmıştır. Newton hem yere elmayı düşüren, hem de Ay'ı yerküre evresinde döndüren gücün aynı olduğunu akıl edebilen ilk insandır. Newton'un bulduğu yerçekimi kuramına "Evrensel Çekim Yasası" denilmesinin nedeni budur.
❞
Nurettin Topçunun anlaşılamamanın karanlığına bir ışık serpmeyi amaç edinerek varoluşçu felsefeyi kendi zihinsel merhalesinden geçirerek ifade ettiği bir eser kaleme almaktadır. Varoluşçu mütefekkirlerin diğer felsefi ekollerden farklı olarak bir sistemden kaçınmış olmaları, kendileri de bunun tanımlanışının mümkün olmayışını düşünmeleri ve
"Akustik işi mayoneze benzer; ya tutar, ya tutmaz ve nasıl tuttuğu, niçin tutmadığı bilinmez." Allah'a derin bir ruh feyziyle inananlar, kulunu kendisine inandıranın da bizzat Allah olduğunu bildikleri için, ispata fazla iltifat etmezler. Bu bir bedahet meselesidir; ruhunda bir his an teni olana ne mutlu, olmayana da ne yazık!..
Kâfir -Sanki ispat mı etmiş oldunuz?
Mümin - Belki ispatın bir zaaf olduğunu ispat ettim. Belki ispat gayretinin bir o kadar şüphe davet ettiğini ispat ettim. Allah'ın akıl üstü bir melekeyle bulunduğuna ve bu melekenin akıldan senet istemeye tenezzül etmediğini ispat...
Üzerine birkaç satır yazmadan geçemeyeceğim ve bende farklı bir tat bırakan romanlardan olduğunu söyleyebilirim. Yazarın post modern üslubu düstur edinmiş olması her bölümde farklı öykülerler başlayıp bir önceki bölümlere bağlamış olması bu tarz kitapları okumamış biri için biraz kafa karıştırıcı olabiliyor. Ama kitabı bitirdikten ya da yazarın
Orta Asya'daki düşüncenin kendisiyle iftihar etmesi gereken alanlardan birisi de sakinlerinin başka hiçbir bölgede görülmeyen ve bitmek bilmeyen bir tutkuyla peşinden koştukları felsefeydi.
Felsefe en üst noktasına Aristo'dan sonra "Muallim-i Sani" (İkinci Öğretmen) denilen Farabi ve birçoklarına göre akıl ile vahyi, mantık ile metafiziği ve Aristo ile Neoplatonculuğu başarıyla harmanlayan İbn-i Sina ile ulaşmıştı.
19 Büyük Alman bilgini Adam Mez Avrupa Rönesansı hümanizminin Orta Asya'daki bu erken felsefi sorgulamanın infilakı olmaksızın vücut bulamayacağı tespitinde bulunmuştu.