Hayatımdan yansımalar bulduğum ve oldukça etkilendiğim psikolojik monografi olarak niteleyebileceğimiz bir yapıt. Rusya’da toprak köleliğinin tarihe karışmak üzere olduğu bir çağda, yeni yaşamı reddeden, uyum sağlayamayan, sorgulayan ve iki dünya arasında sıkışıp kalmış bir karakterdir Oblomov. Bu reddediş, uyum sağlayamama sorunu onu zamanla nevabit haline getirip toplum dışı bir insan yaparken aynı zamanda hayatla arasını zamanla açmış ve “kendini taşıyamayan bir yük” haline de getirmiştir.
Roman boyunca farklı sınamalarla karakterin birçok yönü ortaya koyulmuştur. Gerek çocukluktan bu yana en yakın arkadaşı olan Ştolts ile çatışması gerekse aşkla sınandığı dramatik bölümde yeni yeni yönlerini keşfederiz ana karakterimizin. Ancak ne Oblomov yeni dünyanın insanlarını anlayabilir ne de onlar, yeni düzende kendine asla yer bulamayan Oblomov’u.
Hayatın içinde mutluluğu aramak ve çabalamak yerine, yatağında hırkasına sarılıp mutluluk hayalleri kurmayı, mutluluğa eş tutar. Zaman zaman kendi yaşamını sorguladığı gibi yeni yaşamı da sorgular… “Bunlar arasındaki insanlık nerede? İnsanlığın yüceliği, bütünlüğü nerede kaldı? İnsanlık ufak paralar haline gelmiş.”
Ve romanın sonuna geldiğimizde görürüz ki; her şey yenilir, Oblomovluk yenilemez.