İnsanlar her girişimi bir seçeneğe bağlarlar; başarı ya da başarısızlık, yengi ya da bozgun seçeneğine. Ben başka bir mantığı savunurum: aynı zamanda ve çelişkin olarak mutlu ve mutsuzumdur: "başarmak" ya da "başarısızlığa uğramak" ancak durumsal, geçici anlamlar taşır benim için (ama bu durum acı ve isteklerimin şiddetini gidermez); beni gizliden gizliye, inatla yönlendiren şeyin "taktik"le hiç ilgisi yoktur; doğrunun ve yanlışın dışında, başarılmışın ve kaçırılmışın dışında, benimser ve kesinlerim; her türlü amaçlılıktan uzaklaşmışımdır, rastlantıya göre yaşarım (söylemimde imgelerin zarlar gibi gelmesi de bunu gösterir). Serüvenle (başıma gelenle) karşılaşınca, ne yengi, ne yenilgiyle çıkarım bu serüvenden: "trajik" bir insanımdır.
(Böyle bir aşk sürdürülemez diyorlar bana. Ama sürdürülebilirliği nasıl değerlendirmeli? Sürdürülebilir olan neden iyi olsun? Sürmek neden yanmak'tan daha iyi olsun?
Bazı bazı, uzaklığa katlanabildiğim olur. O zaman "normal"imdir: "herkes"in "sevilen kişi"nin gidişine katlanma biçimine uyarım; çok erken alıştırıldığım şeye, annemden ayrı kalmaya katlanma eğitimine boyun eğerim — bu da, kaynağında, (çıldırtıcı demeyelim) acılı olmaktan çıkmaz. Sütten kesilmiş özne gibi davranırım; beklerken, ana memesinden başka şeylerle de beslenmesini bilirim.
Katlanılan bu uzaktalık unutuştan başka bir şey değildir. Arada bir, sadık değilimdir. Canlı kalmanın koşuludur bu; öyle ya, unutmasaydım, ölürdüm. Arada bir unutmayan kişi ölçüsüzlük, yorgunluk ve bellek geriliminden ölür (Werther gibi).
Isaiah Berlin “İki Özgürlük Kavramı” başlıklı yazısında şöyle der: “Bilgi bizi tercih yapmamız için önümüze daha çok seçenek koyarak değil, imkansız şeylere kalkışıp hüsrana uğramamızı engelleyerek özgürleştirir.” İmkansız şeylere kalkışmanın yaratacağı hüsran, neyin mümkün olduğuna dair bilgimizden ziyade hüsrana dair bilgimize bağlı olabilir. İmkansız bir şeye kalkışmanın yaratacağı hüsran kesindir; peki iş istemeye gelince, neyin mümkün olduğuna dair özgürleştirici bir bilgi mevcut mudur?
İmkan sadece deney ve risk yoluyla doğar.
Daha öncesinde hayatınızda bir şeyin eksik olduğunun farkında olun ya da olmayın, istediğiniz kişiyle tanıştığınızda o farkındalığa erişirsiniz. Psikanalizin bu aşk hikâyesine katacağı fikir ise şudur: Aşık olduğunuz insan aslında rüyalarınızın erkeği ya da kadınıdır; daha tanışmadan önce onu hayal etmişsinizdir - yoktan değil, zira hiçlikten
Gerçek çocuk, aslında, bizi ölümlü kılan varlıktır –çocukların doğumu, diyordu Hegel, ana babanın ölümüdür–, bir gün yerimizi alacak olan ve kendisinde gelecekteki yok oluşumuzu seyrettiğimiz kimsedir.
Çocuk, ailenin sömürgeleştirilmiş varlığıdır, tıpkı ilkelin insanlığın çocuğu, delinin aklın paryası ve şairin gelişmiş toplumun yabanılı olduğu, hepsinin birden kurulu düzeni rahatsız eden bir meşalenin taşıyıcıları oldukları gibi.
‘A ne güzel, hemen fotoğrafını çekmeli bunun!' gibilerden bir şey demeye başlamanız, fotoğrafı çekilmeyen her şeyin yitip gittiğini düşünenlerle aynı çizgiye getiriverir sizi, fotoğrafı çekilmeyen sanki hiç var olmamıştır, bu nedenle gerçekten yaşamak için elden geldiğince çok fotoğraf çekmek gerekir, elden geldiğince çok fotoğraf çekebilmek için de, ya elden geldiğince çok fotoğraf çekilebilir bir dünyada yaşamak ya da kendi yaşamının her ânının fotoğrafının çekilebilir olduğunu kabul etmek gerekir. İlk yol aptallığa, ikincisi ise deliliğe varır.
Fast food, fast seks derken fast edebiyat. Sayfalar tuvalet kâğıdı rulosu hızında dönecek. Yazar, striptiz yaparcasına cümlesi bitmeden bir sonraki cümleyi merak ettirecek. Duygularımızı sömürüyor, korkup yapamadıklarımız üzerinden bizi gıdıklayarak para kazanıyor, kelimelerinin tutsağı kılarak hayal gücümüzü kısırlaştırıyor, inandırıcı olabildiklerinde bizi saplantılarının müptelası ediyorlar. Kahramanlarının dünyasına hapsedilmeye alıştık. Çağdaş yazar birey saplantılı. Onu okurken sayfalardan silkinip, “Yahu kahramanı âşıkken dünyasında neler oluyordu?" diye sormak aklımızdan geçmiyor. Romanların bildik gidişiyse yaşam karşıtı.
Doğayı seyretmenin, denizi dinlemenin başı sonu olmaması merakımızı engellemez. İş romana gelince neden ille başı sonu olacak, bir yerden bir yere gidecek, sürükleyici olsun diye kitabın yazarı bize oyun oynayacak? Bildik kalıplara hapsedilmeden, yaşam gibi sanatın da akışı olamaz mı?
"Boşanma şirketi kuracağım. Geçimsiz çiftlere mutlu ayrılmanın yolunu göstereceğim. Boşanma partilerinin davetiyelerinde, 'Sizi yeni aşklar bekliyor' yazacak. Ayrılan çiftler, 'Aslında o iyi insandır, ben yapamadım' şirinlikleriyle birbirlerini referans gösterecekler. Alyanslarını da iklim krizi mücadelesine bağışlayacaklar. Nasıl projem? Bir de din adamlarını boşanan çiftleri takdis etmeye ikna etsem... Evliler kuyruğa girer."
Uruguay’lı siyasi bir tutsağın kendisinden başlayıp çevresine doğru yahut tam tersinden çevreden başlayıp kendisine doğru politik, duygusal, ilişkisel dönüşümlerinin bir çözümlemesidir bu roman. Slogana veya propagandaya indirgenemeyecek bir titizliğe ve derinliğe sahip bir bakış açısından siyasi bir tutsağın ve yoldaşlarının, ailesinin muhafazakar devrimci ahlakı da mektuplar, monologlar ve diyaloglar aracılığıyla gerçekçi bir şekilde masaya yatırılır ve çözümlenir.
Siyasi bir tutsağın özlemleri, umutları, düşleri ve düşünceleri; içerideyken dışarıyı da dahil ederek bir dünyayı kurma deneyimi genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Çünkü içerideki zaman ağırdır, mekan sabit ve oldukça sınırlıdır ve dolayısıyla beden ve duygulanımları dışarının değişken zaman ve mekanıyla uyumsuzdur. Bu sebeple her politik tutsak dışarıya attığı ilk adımdan itibaren ayağını burkarak tökezler, her şeyi bir süre sonra yoluna soksa da o burkulma devam eder, yaşamı belki herkes gibi ama pek de uzaktan bakıldığında anlaşılmayan bir topallıkla sürdürür.
İçeride geçirilen zaman aralığında tutsağın dönüşümleri kadar dışarıdakilerin dönüşümleri de doğaldır. Denilebilir ki, içeride zaman geçmişe doğru anılarla ilerlerken, dışarıda geleceğe yönelik düşlerle ilerler.
Teori ile pratik çoğu zaman örtüşmez. Hayat da böyle bir şeydir, romanda da geçtiği gibi “kahrolası hayat”. Ama umut bakidir. “Çünkü her zaman yeniden inşa ederiz hayatı.”