Daha çok servet ve itibara sahip oldukça daha çok haz alırız , dolayısıyla ikisini de artırma isteğimiz giderek daha çok kamçılanır . Ama eğer bu yöndeki ümitlerimiz boşa çıkacak olursa , arkasından gene yoğun bir buhran baş gösterir . Nihayet itibarın bir büyük sakıncası da , ona ulaşmak için , yığınların sakındığı şeylerden sakınıp , peşine düştüğü şeylerin peşine düşmek suretiyle diğer insanlara uyacak şekilde hayatımızı sürdürmemizi şart koşmasıdır .
'biferzîne,
di berfê de
balindeyek im;
hatime xwe li reşahiya çavên te danî me '
(türkçe'sini bırakıvereyim şuraya da belki okuyan olur .)
'farzet,
karlı havada
bir kuşum;
gelip gözlerinin karalığına konmuşum'
Kitabın önsöz bölümünde manifesto niteliğinde bir yazı kaleme almış Charles Bukowski .
Fazlasıyla tahrik edici , fazlasıyla baştan çıkarıcı .
Ben kapıldım , sözlerin arasında kayboldum .
Girdaplarında savruldum Bukowski’nin .
Önsöz’den sapmadan giriştim sayfaların arasına .
Sayfalar çevrildikçe hem sonrasını merak ediyordum hem bitmemesini
'Ak kefenli gelmişti. Önünde bir sürü kırmızı yılan... "Hasan," diyordu, "Hasan, sen oğlum değil misin? Sen benim zürriyetimden olmadın mı Hasan? Kurtaramaz mısın babam? İşte
önümde yüzlerce kırmızı yılan, bunlar yılan değil, kanı yerde
kalmış insanlar. Öldürülmüşler de öçleri alınmamış. Kırmızı yılan olaraktan hortlamışlar. Beni bunlara çoban yaptılar zebaniler. Benim de kanım yerde kalırsa, beni de böyle güttürecekler.
Babanın bu haline nasıl dayanıyorsun Haşan? Oğlum değil misin, acımıyor musun bana Hasan? Ben kırmızı bir yılan olup kıyamete kadar böyle sürünmeye layık mıyım Hasanım, yavrum... Aaaaah, yılanı öldürseler, yılanı öldürseler Hasan... Aa
ah, Hasan..."