İbrahim'in başına geleni hâlâ hatırlıyorum, tanrı onu sınamak için oğlu İshak'ı öldürmesini emretti, bence, eğer Efendi kendisine inanan kişilere güvenmiyorsa, bu durumda bu kişiler neden Efendi'ye inanmalı, anlayamıyorum.
Yoksulların hayal gücü geniş olur, dedi kabil, hatta hayal gücünden başka bir şeyleri olmadığı bile söylenebilir, ama ben itiraf etmeliyim ki bu kadar öteye gidemiyorum.
Onlara dokunamam, bir tanrı'nın hayatı sizin sandığınız kadar kolay değil, bir tanrı hayal edildiği gibi bu daimi "istiyorum, yapıyorum, emrediyorum”un efendisi değildir, her zaman doğrudan hedefe gidemez, dolaylı yollara sapması gerekebilir.
Ne rüya görmüştü ne kâbus, bir kütük nasıl uyursa öyle uyumuştu, bilinçsizce, sorumsuzca, suçluluk duymadan; yine de, şafağın ilk ışıklarıyla uyanırken ağzından çıkan kelimeler, Kardeşimi öldürdüm, oldu.
Efendi’nin öngörüsüzlüğü apaçık ortadadır; çünkü bu meyvenin yenmesini gerçekten istememiş olsaydı çare basitti: Ağacı hiç dikmemesi, başka yere yerleştirmesi veyahut dikenli tellerden bir çitle etrafını çevirmesi yeterli olurdu.
Bir seferinde, bir türlü anlayamadığı bir şey söylemişti ona: Bacağı kesilmiş kimseler, artık olmayan bacaklarının yerinde acıları, krampları, karıncalanmaları duyarlar. Onsuz kendisi de böyle duyumsuyordu kendini; artık olmadığı yerde duyuyordu kocasını.