Üstelik bilimin olağan yasalarını kabul ederseniz insan yaşamının ve genelde bu gezegen üzerindeki yaşamın zamanı gelince tamamen yok olacağını da düşünmeniz gerekir: Güneş sisteminin çöküşünde bir aşama bu; çöküşün belli bir evresinde protoplazmaya uygun bir sıcaklık ile diğer koşullar oluşur ve tüm Güneş sisteminin ömründe kısa bir süre için yaşam var olur.
Tamarin, deneyinde etkileyici bir kontrol grubu oluşturmuştu. 168 İsrailli çocuktan oluşan farklı bir gruba, Yeşu kitabındaki aynı metin sunulur ancak bu sefer, Yeşu'nun adı "General Lin", İsrail ise "3.000 yıl öncesinin bir Çin krallığının" adıyla değiştirilir. Bu denemede deney zıt sonuçlar verir. General Lin'in tutumu çocukların yalnızca yüzde 7'si tarafından onaylanır ve yüzde 75'i onaylamaz. Diğer bir deyişle, Yahudiliğe olan bağlılıkları hesaptan çıkarılınca çocukların çoğu şu modern insanların hepsinin paylaşacağı ahlaki hükümlere katılırlar. Yeşu'nun davranışı barbar bir soykırım eylemiydi. Fakat bu dindar bakış açısıyla tamamen farklı gözükür. Ve bu farklılıklar genç yaşta başlar. Soykırımı kınayan çocuklarla, ona göz yuman çocuklar arasındaki farkı yaratan şey dindir.
Hiç kuşkusuz, ilahiyata eğilimli kişiler genelde, gerçek olanla gerçek olmasını arzu ettikleri şeyleri ayırt etme yetisinden kalıcı olarak yoksundurlar. Fakat bir tür doğaüstü zekâya inanan daha bilgili bir inançlı için şeytan sorununun üstesinden gelmek çocuk oyuncağıymışçasına kolaydır. Basitçe, kötü bir tanrının varlığını kabul eder: örneğin Eski Ahit'in her sayfasında kol gezen Tanrı gibisini. Eğer bu hoşunuza gitmediyse, başka bir kötü tanrı icat edin, ona Şeytan deyin ve dünyadaki bütün kötülüklerin suçunu onun iyi tanrıyla yaptığı kozmik savaşa atın. Veya (daha gelişmiş bir çözüm olarak) insan dertleriyle titizlikle uğraşmaktan daha önemli vazifeleri olan bir tanrıyı kabullenin. Ya da acı çekilmesine kayıtsız olmayan, ancak bu acıları düzenli ve adil bir evrende özgür irade adına ödenmesi gereken bir bedel olarak gören bir tanrı olduğunu varsayın. Tüm bu akla yatkın hale getirme seçeneklerine inanacak ilahiyatçılar bulunabilir.
Kadının özgürleşmesi, kurtuluşu, toplumun nerede olduğunu da gösterir. Sizin işçi kadınlarınızı görüyorum sokakta kocalarıyla birlikte. Suskun ve çekingenler. Kimileriyle de konuşuyorum. Hem işyerinde, hem akşam eve döndüklerinde bütün ev işini de kendilerinin yuklendiklerini söylüyorlar. Bu çok yıpratıcı ve sömürücü bir şey. Düşünün, iki insan aynı yerde aynı koşullar içinde ekmek parası kazanıyorlar, sonra birlikte eve döndüklerinde erkeğin işi bitmiş sayılıyor, kadın yeniden evdeki işleri sürdürüyor. Bu dünyanın pek çok yerinde böyle. Ben bu açıdan kaç yıldır erkek olayına da bakarken, kadının özgürleşmesi için onların da çok şeyi göze alması gerektiğini anlamış bulunuyorum. Bu özgürlük, kadınların; cinsellikten siyasal bakışa, çalışma hayatındaki haklardan çocuk büyütmeye, özgür evlilikten babasız çocuk sahibi olmaya değin her noktada vermesi gereken bir savaştır. Kadın erkek ilişkisinin şimdiye kadar yürürlükteki koşulları değişmezse, erkeği ben her şeyi sömürmeye hazır, yapışkan bir balık gibi görüyorum. Üstelik geri kalmış ülkelerin kadını daha da acınası bir durumda...
Özel avukatımıza aile hekimimizden daha yakınız.
Teslim olmayı inanç, arzulamayı aşk, içtenliği sanat
sayıyoruz. Birbirimizi yormakla geçiyor ömrümüz.
Birbirimizin hamalıyız.
Bu yüzden mutlu olamıyor, mutluluğu bir ikramiye, bir şans gibi görüyoruz.
Erken boşalıyor, orgazm taklidi yapıyoruz.
Şişmanlar zayıflamaya, zayıflar kilo almaya çalışıyor.
Olmayan bir ortak noktada buluşma gayreti ile
ölüyoruz.
Bölünmekten korkuyoruz.
Nicel bölünmeye kültür mozaiği diyerek avunuyoruz.
Yalancıyız.
Tek doğrumuz 'yeter ki nefes alsın' derken bile
ölüsevici kimliğimiz.
Ortadan kalkmamız lazım.
Yırtıcılar, kurbanlarını yakalamak için çok güzel 'tasarlanmış' gibi görünürken, avlar da kaçabilmek için eşit şekilde güzel 'tasarlanmış' gibi görünür. Peki Tanrı kimin tarafındadır?
O zaman, belleğimi kaza kaza, alçakgönüllüğün parlamama, küçülmenin yenmeme ve erdemin ezmeme yardım ettiğini anladım. Barışçı yollarla savaş açıyordum ve en sonunda, çıkar gütmezlik yoluyla, göz diktiğim her şeyi elde ediyordum.
Darwin'den önce, yusufçuk böceği kanadı ya da kartal gözü gibi apaçık biçimde tasarlanmış görünen bir şeyin gerçekte rastlantısal olmayan, aksine katışıksız doğal sebeplerin uzun bir sürenin son ürünü olduğunu kim tahmin edebilirdi?
Yargıdan kaçmak zor olduğundan, doğasını hem sevdirmek, hem bağışlatmak nazik iş olduğundan, hepsi de zengin olmaya çalışırlar. Niçin? Bunu merak ettiniz mi hiç? Güç kazanmak için, elbette. Ama özellikle şunun için: Zenginlik insanı hemen verilecek yargıdan bağışık tutar, sizi metrodaki kalabalıktan ayırıp nikel kaplanmış bir arabaya kapatır, korunaklı geniş park yerlerinde, yataklı vagonlarda, lüks kamaralarda tecrit eder. Zenginlik, aziz dostum, henüz aklanma değildir, ama her zaman hoş karşılanması gereken ertelemedir.