"Eğitim, tedricî olarak insana kazandırılan, yaratılış düzenindeki nesnelerin tam yerlerinin bilinmesi ve tasdikidir ki bu da peşinden, varlık ve oluş düzeninde Tanrı'nın tam yerinin bilinmesini ve bunun tasdikini getirecektir."
Mesela bazı dindar insanlarla karşılaşıyoruz -meslekî anlamda karşılaşmalardan bahsediyorum- kendi çıtasını o kadar yukarılara koymuş, o kadar mahviyetkâr bir varoluşu kendine ilke olarak benimsemiş ki, hiçbir zaman oraya ulaşması mümkün olmuyor. Hâl böyle olunca da sürekli kendini kırbaçlıyor. "Ben kötü bir Müslümanım, ben görevlerimi yerine getiremiyorum," diyor. Ulaşılması zaten çok güç olan bir hedefe ulaşamadığı için kendini kınayıp duran nefs-i levvâmeden bir adım öteye gidemiyor. Özellikle hanımlarda çok rastlıyorum buna. İnsanın kendi nefsini kınaması güzel bir şey, Kur'an-ı Kerim de bunu öğütlüyor; ama kendini kınama, bir süre sonra felç olma ve her şey için bir mazeret üretme hâline dönüşüyor. "Ben zaten işe yaramazın tekiyim, bunu yapamam," özrüne dönüşmeye başlıyor. Bu çok tehlikeli bir durum. "İnsan havf ve reca arasında olmalıdır," deniyor ya insan hiçbir zaman Allah'tan ümidini kesme lüksüne sahip değil, böyle bir kibre sahip olamayız diye düşünüyorum.