”İnsanoğlunun yeryüzünden tamamıyla silinmesinden daha küçük hiçbir olay, onunla tanışmamı, konuşmamı, gözlerinin içine bakmamı, elini tutmamı ve evet, onu sevmemi, üstelik onun da bana karşı boş olmadığını görmemi sağlayamazdı.”
Lord Henry bir süre düşündü. “Gençken yaptığınız çok büyük bir hata var mı düşes?” diye sordu masanın diğer ucundaki kadına.
“Olmaz mı? Hem de öyle çok var ki.”
“O zaman aynı hataları yine yapın. İnsan gençlik günlerine dönebilmek için akılsızlıklarını tekrarlamalıdır.”
“Her mükemmel varlığın ardında da mutlaka bir trajedi vardı. Sanki en sıradan çiçeğin açması için bile dünyanın şiddetli doğum sancıları çekmesi gerekiyordu…”
“Kelimeler! Sadece kelimeler! Ne korkunçtu onlar! Ne kadar apaçık, canlı ve insafsızdılar! İnsan kelimelerden kaçamıyordu. Öte yandan kelimelerin ne incelikli bir büyüsü vardı! Biçimsiz şeylere esnek biçimler kazandırır gibiydiler. Bir viyola ya da lavta sesini andıran tatlı bir melodileri vardı sanki. Sadece kelimeler… Kelimelerden daha gerçek ne vardı ki?”
“Oysa yaşamın amacı kendi kendini geliştirmek, tekâmül etmektir. Dünyaya gelme sebebimiz özümüzün farkına varmaktır. Bugünlerde insanlar kendilerinden korkar oldu. Görevlerin en ulvisini, kendilerine karşı olanı unuttular. Hayırseverler hayırsever olmasına, açları doyurup yoksulları giydiriyorlar. Gelgelelim kendileri çıplak, ruhları açlıktan kıvranıyor. Cesaret denilen şey insanlığı çoktan terk etmiş. Belki de hiç cesur olmadık. Ahlakın temelindeki toplum korkusu, dinin sırrı ise Tanrı korkusu. İşte bizi yöneten iki şey.”
“Konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı. Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden, insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil.”
“Bölünmüş bir dünyada, sağduyulu kalmaya çalışan ve herhangi bir takıma girmeyen adama duyulan kuşku, sonunda o insanın çarmıha gerilmesiyle sonuçlanıyordu.”