Hayatımı mahvettim. Üstelik bunu yaparken aklım başımdaydı. Hayatımı bile bile mahvetmemin tek bir sebebi vardı: Âşıktım ve dünyanın geri kalanının gözümde zerrece değeri yoktu. Bütün düşüşleri güzelleştiren kutsal aşk, beni de uğruna her şeyi göze alabilecek bir cesaret ve arzuyla dolduruyor, dibe doğru sürükleyip nefesimi kesiyordu.
Neşe bulaşıcıdır falan diyorlar. Yalan. Neşe kolonya gibi bir şey. Dökünüyorsun, o an ferahlıyorsun. Sonra uçup gidiyor burnundan, elinden, üzerinden. Kasvet öyle değil ama, zank gibi, bulaşıyor ve dokunan herkese yapışıyor.
Olduğum yerde olmak istemiyorum ama olduğum yerden çıkıp gidemiyorum da. Şu an yaşadığım her şey o günlerin aynısı. Evde olmak istemiyorum, ama her akşam eve dönüyorum. İşte olmak istemiyorum ama her gün işe gidiyorum. Bir şey beni dışarıya çekiyor. Hiçbir yere ait hissedemiyorum kendimi. Hiçbir eve, hiçbir aileye, hiçbir topluluğa.
Platon'un; âşıkların aslında tek bir kişi oldukları, iki parçanın ayrıldığı ve birleşmek için yanıp tutuştuğu yolundaki açıklaması, aşk konusunda ikna olmakta zorluk çeken üçüncü şahışlar için en az diğer açıklamalar kadar doğrudur.
Yüzlere bakıyorum, canlı ve aydınlık, cansız ve tehlikeli, kararsız ve samimiyetsiz yüzler; ama hiçbirinde makul bir ruhun o dingin kendine hakimiyeti yok.