Amerikan televizyonlarında yayınlanan bir dizide,oturduğu yerden dizi izleyen sıradan bir ailenin hayatı konu edinilmiş ve dizi, kısa sürede çok tutmuş çünkü bu dizi, bizzat bu diziyi izleyen milyonlarca insanın yaptığı şeyin saçmalığını anlatmaktaymış.Yani dizide ,televizyon karşısında oturduğu yerden dizi izlemekten başka hiçbir işi olmayan
EN KUTSAL KİTAP, ÜŞÜMEMEK İÇİN YAKTIĞINIZ KİTAPTIR!
Zekâ bir kum saati gibidir, bilgi arttıkça inanç azalır ya da inanç arttıkça
bilgiye duyulan istek azalır. Bunu, eğitim seviyesi yükselen insanların inanç-
larındaki azalmadan ya da daha seküler bir yaşam tarzı benimsemelerinden
görebiliriz. Şimdi, asıl konuya dönecek olursak bugün dindarların,
"Okullarda öğretilen ilk dersin 'Düşünceleriniz Hayatınızı Nasıl Şekillendiriyor?' olmasını çok isterdim.
"Çocukların savaş tarihlerini ezberlemelerinin önemini hiç anlamış değilim. Düşünce enerjisinin ziyanı gibi geliyor bana. Bunların yerine, onlara şu tür önemli konuları öğretebiliriz: Zihin Nasıl Çalışır, Mali Durumla Nasıl Baş Edilir, Ekonomik Güvence İçin Nasıl Yatırım Yapılır, Nasıl Anne Baba Olunur, Sağlıklı İlişkiler Nasıl Yaratılır, Özgüven ve Özdeğer Nasıl Kazanılır ve Korunur vb. "Bugün öğretilen derslerin yanı sıra bu konuların da öğretildiği okullarda yetişen bir kuşağın yarattığı dünyayı düşünebiliyor musunuz?
"Kendilerine saygı ve sevgi duymayı bilen mutlu insanların dünyasına sahip olacaktık.”
Doğallık, dürüstlükten geçer. Kendine, çevrene. Bedenin bir karbon kağıdı gibi olmalı. Özellikle de yüzün. Çünkü doğallığın tek bir anlamı vardır: düşüncelerini davranışlara dönüştürmek. Oysa bugün kimse doğal değil. Herkes sahte. Herkes yalancı. Ve ben hepsinin ölmesini istiyorum.
Nietzsche, "İnsanın Tanrı tarafından yaratıldığına inanabilirdim, belden aşağısını yaratmasaydı," demiştir. Nietzsche, esprilerini o kadar ciddi
bir havayla yapar ki çoğu insan gülmeyi unutur. Konuyu, Nietzsche ile açtık ve belden aşağısıyla devam ettirelim. Bugün bilimin, romantizmi öldürdüğü söylenir çünkü bilim, her somut nesneyi
"Doğrusu, bizler bugün canlılığın nerede bulunduğunu, ne olduğunu, nasıl adlandırıldığını bile bilmiyoruz. Elimizden kitaplarımızı alsanız bir anda ne yapacağımızı şaşırır kalırız; ne yapacağımızı, kime sığınacağımızı, neye tutunacağımızı, neyi seveceğimizi, neden nefret edeceğimizi, neye saygı duyacağımızı, neyi aşağılayacağımızı bilemeyiz. İnsan olmak, gerçek insan, etiyle kemiğiyle insan olmak bile ağır gelir bize. Utanırız bundan, insan olmayı yüz karası sayarız, benzeri olmayan toplumsal birtakım insanlar olmak için çabalarız. Ölü doğmuş insanlarız biz ve uzun zamandır canlı babaların çocukları değiliz, giderek daha çok hoşlanıyoruz böyle doğmuş olmaktan. Zevk duyuyoruz bundan. Çok yakın bir gelecekte bir şekilde düşüncelerden doğmanın yolunu bulacağız.”