Gömüldükten sonra imam, Munise'nin annesinin ismini sormuş, bunu, tabii kimse bilmiyor. Doktor benim, bu küçük kız için bir anne olduğumu hatırlamış, ismimi vermiş. Yavrumu "Munise bin Feride" diye toprağa teslim etmişler...
Ahhh Ferideee!!!! Bu roman gerçekten yüzlerce kere de okusam sıkılmayacağım tek roman olabilir. Karakterle kendimi öylesine özdeştiriyorum ki, sanırım o yüzden. Ve onun o hüzünlerine gizlenmiş mutluluğu... Şevk-i Şurude diye bir kelime var, bir ara üzerine şiir yazmıştım. Tam da bu anlama geliyor. Mutluluğa gizlenmiş hüzün. Feride tam olarak böyle bir karakter. Dizisinde de Fahriye Evcen karakteri öylesine iyi canlandırmış ki, o gülen gözlere her baktığınızda içindeki hüzünleri çekip çıkartasınız geliyor. Belki de bu yüzden de beni çok etkilemiştir. Hiçbir zaman saf mutluluk ya da saf hüzün olmadığını gösterdiği için. Dünya edebiyatından ne okursam okuyayım benim hala en sevdiğim kitap bu. Bıkmadan okuyacağım... Karakterin öğretmen olması, benim öğretmeyi deli gibi sevmem, bir zamanlar tek hayalini kurduğum meslek öğretmenlikti. Karakterin karakteri... Her şey hepsi çok güzel. Bir de belki ortak köklerden geliyor oluşumuz. Belki yabancı kitaplarda bu eksik kaldığı için hepsiyle böylesine bağdaştıramıyorum kendimi. İşte öyle çalıkuşu.... Şimdi yine sorsan yine seviyorum seni...
Bu, göz gözü görmeyen tipi gününün siyah bir duman gibi inen akşamıyla beraber, içime vahşi bir ümitsizlik çöktü. Hayata zalim ve haksız bir şey diyenlere ilk defa inanıyor, ona isyan ediyordum.
“Ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin son bir ilacı vardır: Tahammül ve tevekkül. Elemlerde bir gizli şefkat var gibidir. Şikayet etmeyenlere, kendilerini güler yüzle karşılayanlara karşı daha az zalim olurlar.”