Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ercan Atmaca

Ercan Atmaca
@eatmaca
Kişisel gelişim - Motivasyon - Farkındalık
Yaşam Koçu - Sağlık Memuru
Lisans
Karabük
Karabük
49 okur puanı
Temmuz 2019 tarihinde katıldı
Bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, sonsuza o denli yakın olur.
Sayfa 12
Reklam
Nasıl ki balık solucana kanıp oltaya takılıyorsa, insan nefsi de haz ve lezzet yüzünden kendisi için zararlı olabilecek yiyecekleri de keyifle tüketebiliyor. Bunu bilen gıda sektörünün aç gözlü patronları da insana asla yaramayacak yağları ve yiyecekleri yapay tatlarla soslayıp topluma sunuyorlar. Ardından gelsin travmalar, gelsin ruh ve sinirsel rahatsızlıklar, gelsin 20-25 şeker, kolesterol ve kalp krizleri...
Esasında hepimizi hasta eden, insan sarayını harap eden unsur; kötü beslenme ve tiryakiliklerimizdir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Deborah o akşam erkenden ilaçlarını alıp yattı. Uykuya doğru sürüklenip giderken, Suzy’yle Esther’ın oturma odasından gelen seslerini duydu. Tartışma sesleriydi bunlar ve keder doluydular. “Tanrım bize yardım et!” dedi Deborah ve uyudu. “Söylediklerimi duymuyorsun bile,” diye inledi Suzy, “çünkü Debby’yle ilgili olmayan hiçbir şeyi duymuyorsun, ama ben de dikkatsiz, kuş beyinli, geri zekâlı biri değilim!” “Haksızlık ediyorsun,” dedi Esther. “Evde yalnızca birkaç gün kalacağı için, biraz fazla telaşa kapılmış gibi görünüyoruz, hepsi bu.” “Ya o mektuplar!” diye bağırdı Suzy, “ya o ziyaretler! Ben de resim yapıyorum; ben de dans ediyorum, geçen yıl kamp eğlenceleri için iki şarkının sözlerini yazdım. Bunlar Debby’nin resimleri kadar ‘derinlikli’ olmayabilir, ama hiçbir zaman Büyükannem’i durdurup ya da Natalie Teyze’yle Matt Enişte’yi davet edip benim yazdığım yeni bir şarkıyı onlara dinletmiyorsun, ya da benim söylediğim akıllıca bir şeyi anlatmıyorsun!” “Anlamıyor musun, sersem kız,” dedi Esther neredeyse saldırgan bir tavırla, “böyle bir şeyi yapmam gerekmiyor! Seni övmek, böbürlenmek demektir. Deborah’ı övmekse–bağışlamak–” Sesleri o denli yüksek çıkıyordu ki, Jacob öfkeyle yatak odasından çıkıp tartışmalara kaynaklık eden ve şu anda ilaçlarla uyuşarak uykuya dalmış olan varlığa yönelik bu bilinçsizce yapılmış ama doğru olan imayı anlamıştı. Suçluluk, öfke, sevgi ve umutsuzluk duyguları içinde, yataklarına gittiler. Ziyaret süresi dolduğunda, Deborah bir bavul dolusu yeni giysiyle birlikte hastaneye döndü.
Deborah, Esther’a göstermek üzere, bir tomar resim getirmişti. Esther her zaman onun ilk eleştirmeni olmuştu, şimdi de, kızının yaptığı resimleri art arda gruplar halinde gelen teyzelere, teyzelerin teyzelerine kıvançla gösteriyor, onlar da akrabalara özgü şaşkınlık ve hoşgörüyle dolu bir övünçle resimlere bakıyorlardı.
Reklam
Suzy, annesiyle babasının Debby’le baş başa konuşmak istediklerini anladığı için masadan kalktı. “Affedersiniz, Annette’e telefon etmem gerek.” “Onlarla gidiyorsun, değil mi?” diye sordu Esther. Suzy’nin ne denli uzun bir zamandır bu “hafta sonu”‘ndan söz ettiğini hatırlamıştı. getirdiği yorgunluğu ve sersemliği taşıyan zihni, Suzy’nin duygularını kavramaya çalıştı. “Onların gelip seni almasını filan mı planlamıştınız?” Suzy dönüp bunun yanıtını vermek üzere ağzını açmışken, dudağını ısırarak söyleyeceği şeyden vazgeçti ve “Eve pek sık gelmiyorsun. Bu hafta sonunu seninle geçirmek istiyorum,” dedi. “Bana annelik etme, yalnızca sorumu yanıtla!” dedi Deborah dünyanın dibine doğru çökerek. “Hayır!” diye bağırdı Suzy ve dönüp telefona gitti. “Seni gerçekten çok seviyor,” dedi Esther, “Ailedeki herkes elinden geleni yapıyor –bütün sorunlar halledildi.” Deborah’ın duyduğu tek ses, ondan başka herkese göre ulaşılması kolay bir düzlük olan bir Everest’e tırmanırken duyduğu bitkinlikten solumasıydı. Düşe kalka bu bitimsiz, sarp tepeye tırmanmaya çalışırken, her iyiliğin, her avuncun, bu sevgi dolu işkencecilerin ona yüklediği ve üzerine kurşun külçeleri gibi çöken, ödenecek bir borç olduğunu düşünüyordu. Eşit insanlar arasında, gönül borcu paylaşılan bir şeydi; onun, kendilerini sıradan olarak niteleyen ve yaşamayı başarma konusundaki korkunç güçlerinin ayrımında olmayan bu Titanlar’a duyduğu gönül borcu ise, yalnızca, kendini her zamankinden daha şaşkın, beceriksiz ve yalnız duymasına yol açıyordu.
“Acıtma yalnızca kuramsal bir şeydir, Quentin,” dedi Deborah. “Asıl acıtan şey, kendinden başka herkesin yaşamını yönlendiren güçlerce tekmelenip dışlanmak, yıllarca deli olarak yaşamak, kimseye bir şeyi anlatıp kendine inandıramamak.
Henüz var olmayan dünyasını yazma dünyasını mümkün kılan üç ifade vardır ve bunlar basit ifadelerdir: Ya şöyle olsa....? Keşke.... Bu böyle sürerse....
Sayfa 11
" Yolunu kendin yürüyebilmek için, yönünü kendin koymak zorundasın. " Oruç Aruoba
Sayfa 199Kitabı okudu
İnsan kendi iç dünyasında da bunu yapabilir ki bence bu en tehlikelisidir.
Kendimizi aşağıladığımızda, korkutarak motive ettiğimizde, acımasızca yargılayıp eleştirdiğimizde bu kendimize yaptığımız duygusal bir saldırıdır
Sayfa 165Kitabı okudu
Reklam
"Bir şeyi istemiyorsan onu çözmenin bir yolunu bul. Bulamıyorsan da ondan kurtul."
...insan bastırdıklarının esiri olur. Cahit Zarifoğlu
İnsan en çok bilmediğinden korkar. Belki bilsen bu kadar korkmazsın.
Sayfa 179Kitabı okudu
BU ZİNCİR BİR YERİNDEN KIRILMAZA KUŞAKLAR BOYU SÜRÜP GİDER.
Hepimiz hayatın içinde bir şekilde yaralanıyoruz. Özellikle bizi dünyaya getiren en yakınlarımızdan alıyoruz bu yaraları. Anne babalarımız genellikle bilmeden, bir yandan bilinç dışımızı özene bezene doldururken, bir yandan da kaderimizi çizdiklerini farketmiyorlar. İnsanın karanlık ve kuytu dehlizlerinde saklanan hayatın kirinin, pasının, tozunun, isinin yansıması herkeste aynı değildir. Daha her birimiz küçükken doldurulan bu dehlizlerde başlıyor kaderimiz yazılmaya. Bu karanlık yumağın içindeki acımasızlığı, korkuyu, bencilliği, kıskançlığı, hırsı, öfkeyi, saldırganlık duygusunu ve doymak bilmeyen cinsel istekleri fark etmek, dayanabileceğimizin çok üstünde bir rahatsızlık hissi verir bizlere. İşin en acıklı yanı ise, bu yumağın şekillenmesinde en büyük rolün, yine en yakınlarımızla olan ilişkilerimizden kaynaklanıyor olmasıdır. Hastalarımı dinlerken her zaman, nerede ve kimler tarafından yaralandıklarını gördükçe her zaman için sızlar. Yaralayan ise genellikle yaraları en derin olanlardır. Bu zincir eğer bir yerinden kırılmazsa kuşaklar boyu sürüp gider. Çocuk yetiştirirken bunları unutmayalım. Unutmayalım ki, çocuklarımızın kaderi güzel olsun.
Anlamlar çeşitli, bir sizin kelimelere yüklediğiniz anlamlar var, bir de onların size yükledikleri... Esas mesele, beynimizin ön lobunda planlanan cümle dizgelerinin neferleri olan kelimeleri olabildiğince iyi tanımak. Ama asla, kelimelerin herkes için yeknesak anlamları olması gerektiği yanılgısına düşmeden. O kelimeleri düşünüp, onlarla yaşamımızı bina ediyoruz ama nedense, hep bihaber kalıyoruz bizdeki anlamlarından.
Sayfa 282Kitabı okudu
Reklam
Bir başkası için iyi dileklerde bulunurken; sizin iyilik, güzellik ve kusursuzluk konusunda sessiz içsel farkındalığınızın diğer kişinin bilinçaltının olumsuz kalıplarını değiştireceğini ve harika sonuçlar yaratacağını bilin.
Bilinciniz neyin doğru olduğunu var sayar, neyin doğru olduğuna inanırsa, bilinçaltınız onu doğru kabul eder ve gerçek kılmaya çalışır. İyi şansa, ilahi yol göstericiliğe, doğru eyleme ve hayatın nimetlerine inanın. Zihninizde nihai sonucu canlandırmanız, bilinçaltınızın karşılık vermesini ve zihinsel resmi gerçekleştirmesini sağlar.
Kendini bilen insan parayla satın alınabilecek kadar değersiz şeylerin peşinde ömrünü tüketmez. Kendini bilen insan tam da her devirde ihtiyacımız olan insan tipidir.
Sayfa 165Kitabı okudu
- sana her gün para verebilirim ama sen... - sizden her gün para alamam. - neden ? - çünkü kahvaltı edecek parası olmayan başka çocuklar da var.
EDİNİLMİŞ ÇARESİZLİK
Eğer bir şey yapabileceğini düşünürsen, aslında bu mümkün olmasa bile yapabildiğini görürsün. Eğer yapamayacağını düşünürsen, o zaman da çoğunlukla yapamazsın, çünkü yapmayı denemezsin bile.
Sayfa 325Kitabı okudu
İnsanın aklını alan, elini ayağına dolaştıran bu garip his. yani aşk, türümüzün devamını sağlamaya yönelik en önemli mekanizmalardan biridir. Bu mekanizmaların doğru çalışmadığı insanlar, genlerini aktarma yeteneğinden mahrum kalacakları için. Bu bozukluklarını da gelecek nesillere aktarma şansları düşüktür. Milyonlarca yıldır aynı kanunlar işlediği için, bugün aşk denen duygu karşısında neredeyse hepimiz aynı çaresizliği yaşıyoruz. İyi ki de yaşıyoruz, bu sayede (sayıları gittikçe azalsa da) mutlu yuvalarda sağlıklı zihinlerle çocuklarımızı yetiştirme yeteneğimizi halen muhafaza edebiliyoruz. Elbette kültürel değişimin bizi biyolojik yasalarımızdan uzağa savurduğu bir çok durum arasında, aşk ve birliktelikler de paylarına düşeni alıyorlar. Çarpıtılmış estetik algılar, kozmetiklere boğulmuş insanlar, hislerine değil de kendilerine belletilmiş kalıplara göre yaşamaya mecbur kalmış topluluklar, bizi biyolojimize yerleştirilmiş bu paha biçilmez yetenekleri kullanamaz ve onlardan fayda devşiremez hale getiriyor. Halbuki milyonlarca yıllık yaşam planından edinilmiş bilgeliğin yanında günlük modaların ne kadar önemsiz olduğunu bir farkedebilsek, mutluluk dediğimiz kelimenin anlamını çok daha iyi kavrayabileceğiz.
Reklam
Kelimeler anlamını yitirdiğinde her şeyin anlamı da yavaşça silinmeye başlayacaktır.
Guguklu saat misali, sunulan her fırsatta konuşmaya kalkmak. bu devrin müzmin hastalıklarından biridir.
Mükemmel bir yaklaşım !!!
Soyadı kanunu yeni çıkmıstı ve dedem ailemize 'yokvücut' adını uygun bulmuştu. Sebebini de anlatmıştı. Ailemizin fertleri sırf ruh olsunlar istiyorum vücutları olmasaydı keşke demişti. Vücutlarımızın bir dert kaynağı olduğuna ve mutlulyğu ancak ruhumuzu geliştirerek bulacağımıza inanıyordu. Mutluluk sadece ruh yoluyla sağlanabilir derdi.