ben bir fesleğen kokladım
şimşekler çaktı
gökyüzü ağladı
aklımın dipsiz kuyularına saldığım ipler kısaldı
yusûfun güzelliğini tartacak teraziler bozuldu
züleyhalar yusufsuz kaldı
ben bir fesleğen kokladım
çöller susuz güller bülbülsüz kaldı
leylasına hasret mecnunlar
çöllerde aşksız kaldı
ben bir fesleğen kokladım
nemrutun ateşi harlandı musanın denizi taştı
kabuk tutmadı sana hasret yaralarım
bir deniz fenerinin ışığında yeniden kanadı
ben bir fesleğen kokladım
şairler sustu şiirler yarım kaldı
çiğ tanesi düşmüş buğulu gözlerim
senin hasretinle yollarda kaldı
(B.Ç)
Gri, gri, gri...
Sabah, sis, yağmur
Bulut, bakış, hatıra
Ben de bir şarkı yoktu sen okudun
Bir ayna yoktu bende sen baktın
Bereketli toprakların uykusunda bir köktüm
Senin bakışınla yeşerdim yağmurlar yağmadan
Gözlerinde bir şimşek çaktı bakışlarım ıslandı
Yanakların yağmurdan ıslak, gözlerin güneşli
Kurtlar doğuruyor, kuzuları kollayayım
Sen gözlerinle beni okşasan
Çoban değneğim tesirli bir silah olacak
Sen gözlerinle beni okşa
Çoban değneğim tesirli bir silah olacak
Savaş bitince senin için taze incirler
toplayacağım
Seninle kalacağım
Seninle okuyacağım
Ve seni güneşli hayranlığında öpeceğim
Eğer bulutlar izin verirse..
Mohammad Ebrahim Jafari
Ay gibi parlayan Yusuf Mısır’a köle diye getirilmiş, pazarda satılacaktı. Herkes ona bir paha biçiyor, âşıkları sıraya girmiş müşteri yazılıyordu. Kimisi sandık sandık mücevher, kimisi çuval çuval misk, kimisi top top kumaş hazırlıyorlardı. Rayiç yükselmiş, fiyat arttıkça artmıştı. Tam o sırada yüzündeki çizgilerden bütün ruhunun haritası okunabilen iki büklüm bir ninecik
korkak adımlarla kalabalığa yaklaştı. Heyecandan sesi titriyordu:
“Bana yol açın. Yusuf’u almak istiyorum! Sakın beni unutmayın, mezatta pey süreceğim, bana yol açın!”
Muhafızlardan biri önünü kesti:
“İlahi nine; asillerden ve zenginlerden bunca âşığı varken Yusuf’u neyle alacak mezat terazisinin kefesine ne koyacaksın?” Ninecik elini kuşağına attı:
“İşte bir kelep size; tam 99.999 ilmek, yaşlı gözlerimin emeği!..