-Demek bu o değil! Biçim olarak, estetik bakımdan demek istiyorsun herhalde? Anlamıyorum doğrusu: Yolunca, yordamınca kuşatılmış bir halk üzerine bombalar yağdırmak, biçim bakımından kimseyi rahatsız etmiyor ve saygıdeğer bir şey sayılıyor bu! Estetik kaygısı, güçsüzlüğün ilk belirtisidir! Hiçbir zaman, şu anda olduğunca apaçık duymamıştım bunu; suçumun anlamını ve buna niçin cinayet denildiğini şu anda olduğunca hiçbir zaman anlamamıştım ve kendimi hiçbir zaman şu anda olduğunca güçlü ve inançlı hissetmemiştim!..
Adamın birisi yine böyle kendisine cinayet iftirasında bulunmuştu; koca bir hayali olay yaratmış, kanıtlar ileri sürmüş, nedenler sıralamış, böylece de herkesin aklını karıştırmıştı. İyi ama neden? Bütünüyle kasıtsız olarak bir cinayete bir parça da o neden olmuştu. Ama yalnızca bir parça...Ve bir cinayete neden olduğunu öğrenir öğrenmez de kendini büyük bir üzüntüye kaptırdı, hayaller görmeye başladı ve oynattı. Kendini katilin kendisi olduğuna inandırdı!
Hem her şey insanın kendi elinde, hem de insan yalnızca korkaklığı yüzünden ne fırsatlar kaçırıyor...Bu artık yadsınamaz bir gerçek, bir belit. İlginç bir şey acaba insanlar en çok neden korkarlar? Atacakları yeni bir adımdan, kendi söyleyecekleri yeni bir sözden herhalde...
Sebebi ister taarruz olsun ister müdafaa, savaş bir başkasının ölümünü dilemek demektir. "Düşman" olunan kişi ya da kişiler ölsün istemektir. Bu korkunç bir insanlık trajedisidir. Öte yandan savaşların kaçınılmaz olduğu gerçeği de insanın doğasının bu trajediye yatkın olduğunun kanıtı sayılır.
Bu entelektüel dedikleri herifler, her şey denetimleri altında değilse, entelektüel bir konuşmadan hiç hoşlanmıyorlar. Onlar sustular mı, sizin de susmanızı istiyorlar, onlar odalarına gitmek istediler mi, siz de kalkıp odanıza gitmelisiniz.
Habil ile Kabil arasındaki kavga bilinen ilk savaştır. İki kardeş arasında yaşanıyor olması günümüzde dahi savaşın doğasını gözler önüne sermeye yeter. Tüm insanlar eşit yaradılışta, eşit hak ve özgürlüklere sahip olarak, dünyanın tüm nimetlerinden eşit pay sahibi sıfatıyla dünyaya gelir. Bu da onları aynı gezegenin çocukları olarak kardeş kılmaya yeterlidir. Oysa savaşlar hep düşman kardeşler arasında yaşanır, tüm kavgalar muhakkak mazide bağları bulunan topluluklar arasında cereyan eder. İnsanın karanlık yanı budur. Adliyeler bile bir zamanlar birbirleriyle evlenmiş, ortak olmuş insanlarla, aynı atanın varisi olarak yolu mahkeme kapılarına düşmüş kardeşlerle doludur. İnsan dünyayı, onun sunduğu mutluluğu paylaşamayacak kadar kendi özüne tutkundur.
"Böylesine güçsüz ve kolayca boyun eğen bir insanlık, bu gezegendeki zamanını tamamlamıştı ve yerini daha soylu bir ırka bırakmalı değil miydi? Kızardım ve bakışlarımı çevirdim."
"Bu sahiplenme hırsı neydi? Toprağı, insanı, varlığı bunca sahiplenmek için savaş neydi? Toprak herkese yeterdi ama sahiplenmek isteyenler işi bozuyordu. Şu dünyada her millet, her insan bu yüzden hayatını savaşarak kazanmak zorunda kalıyordu. "
"Kamber Can," dedi, "karıncalar yuvalarını terk ediyor biliyor musun?"
"Neden Aka Hasan?"
"Yarın olacakları görmemek için, yarın atların ayakları altında ezilmemek için, yarın hala bir karınca olabilmek için."
Doğan her şey gibi sevgi de belli bir ömrü yaşayıp tamamlıyor ve sonunda yok oluyordu. Babaydar'ın "İnsanın hamurunun sevgiden yaratılmış olduğunu" söylediği zaman ne demek istediğini artık biliyorum. İnsan sevgi ile yaşar, sevgisiz ölürdü. Sevgi bir cennet, sevgisizlik de cehennem sayılırdı. Sevgisiz yaşayanların ölülerden farkı kalmıyordu çünkü.
aynı dili konuşmuyoruz ki anlatayım ona
korkunç kederimin sırrını
şüphe yok ki kimse benim yaptığım gibi
acısına maya etmemiştir kendini
ruhumdaki kederin sahibi, benim.
bir çare yok buna
zincire vurulmuşum inliyorum
bir bağım yok zincirin halkasıyla