Gülbahar önüne geçilmez bir coşkunlukla düşünüyordu her şeyi. Sevgiyi, umutsuzluğu, ölümü, ayrılığı, zulmü. Her duygusu dizgin tanımaz bir şahlanış içindeydi.
İnsanları, şu dağlardan, ovalardan kopup gelen kalabalığı düşünüyordu. Bunlar bir erkek ve bir kadının mutluluğu için buraya toplanmışlardı. Dışardan bakınca öyle görünüyordu. Ama bunun altında çok şey vardı. İnanılmaz bir öfke vardı. Yüz bin yılın başkaldırma duygusu vardı. Şu konuşmayan, k pırdamayan öfke.. Bir delikanlıyla bir kızın sevdasını bahane eden öfke... Gittikçe zaman bozuluyor ve halk azıtıyor.
"Paşam bu kaynayıp duran kalabalık bu gece de dorukta ışığı göremezse, sabrı tükenir, gelir sarayı yerle bir eder, hepimizi öldürür. Neden biribirimizden saklıyoruz bunu? Neden kendimize bile söylemeye korkuyoruz? Bu kader gibi bir şey, önüne geçelim."
Ahmet soluğunu tutmuş akşamdan beri onu bekliyordu. O gittiğinden beri her an bekliyordu. Bir çıtırtı duymasın ayakla niveriyordu. Hemen Gülbahara koştu. Eller birer yalım gibi biribirine kavuştu.