" -Evet, bu zavallı vatanın yarasını kanatan sizsiniz, sizin gibi onu beğenmeyenler, ona i'timad etmeyenler, dâima onun kusurunu gören onun sevgilileridir. "
Fakat bu kadar turan hayali kuran bir yazarın bu kadar yabancı kelime kullanmış olması tam bir hayal kırıklığıydı. Türk milletinin mimaride, dansta, edebiyatta hiç de geri kalmadığını anlatmak için Farsça, Arapça kelimeler kullanmak ne kadar etkili olabilir? Gerçek Türkçülük bunu mu gerektirir?
'Kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat Ağabey,' derdi. 'Sanki hepsi benim için yazılmış. Bu kadar insanı birden canlandıramıyorum: hepsini birbirine karıştırıyorum. Gülünç oluyorum.'
Verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar bir şeyler istiyordun. Sonunda kaçıyorlardı. Hayır, sen kaçıyordun. Hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. İnsanı arıyordun canım kardeşim. Bunda utanacak ne vardı?
Almanya'dan bir sigara kutusu getirdim: kapağını açınca Beethoven'in Dokuzuncu Senfonisi çalıyor sonuna kadar. Evet, âletle öğünmek, diyor Turgut buna. Bir vidasını bile siz yapmadınız, bu kadar gururlanmaya ne hakkınız var? diye tepiniyor.
"Önce kelime vardı, " diye başlıyor Yohanna'ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık. Kelimenin bittiği yerde başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, Yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelime ile birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler acıyı dindirdi ve Kelimeler insanının aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.
Dünyada artık doğal kıtlıklar kalmadı, sadece siyasi kıtlıklar var. Eğer Suriye, Sudan ya da Somali'de insanlar açlıktan ölüyorsa, bu bazı siyasetçiler böyle istediği için oluyor.
Turgut başını öne eğdi kızarak. "Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim." dedi: "Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda."