Gönderi

Göztepe’deki köşkümüzün bahçesinde feryad eden bülbülün nağmeleriyle mestolan hocam Tanburi Cemil Bey merhum, içinden gelen büyük bir tehâlük ve iştiyakla kemençesine sarılarak, segâh makamında bir taksime başlamıştı. Bir taraftan bize oldukça uzakta öten bülbülün şakrak feryad ve figanı, diğer taraftan ona cevap veren büyük dâhînin elindeki kemençenin hazin, muhrik (yakıcı) ve ilahi nağme ve giryanı karşısında vecd ve istiğrak-ı âşıkane (âşıkane bir şekilde dalma, kendinden geçme) içinde mest-i lâ-ya’kıl(sızmış, sarhoş) kalan bizler, bilâihtiyar gözlerimizden dökülen yaşları zaptedemiyorduk. O gece kemençenin ilahi nağmelerinin teshîriyle (büyülemesiyle) biraz ötede öten bu sevimli hayvan yavaş yavaş bize yaklaştı... artık örmeden Kemal-i sükûn ve huşû ile dinliyordu. Her taksimin sonunda taştılar (kendinden geçen) bülbül, evvela hafif hafif yalvarıyor, niyaz ediyor; bu temenni nazar-ı itibara alınmazsa canhıraş feryadlara başlıyor, ağlıyor, tehdid ediyor, zorla ahenge devam ettiriyordu. Cemil bey gibi rakîk ve merhametli bir san’atkâr bu aşık-ı şûrideye (perişan aşığa) nasıl kıyabilirdi. Hâsılı taa şafak sökünceye kadar bu ahengi dilârây-ı âşıkane (âşıkane bir şekilde gönül alan ahenk) hem mini mini âşık-ı şûrideyi hem bizleri tarife imkanı olmayan manevi bir halet-i ruhiyye içinde surûr ve şâdmaniye gark etmişti. Değerli musiki üstadı hocam müteveffa Levon Hanciyan da, buna benzer bir vak’ayı, tavandan inip fasıl dinleyen bir örümcek üzerine uzun uzun anlatır...
Sayfa 114Kitabı okudu
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.