Çocuk, baltanın her inişinde irkilip sıçrıyor, tiksiniyor, istemeden geri çekiliyor, ama bir türlü ayrılıp gidemiyordu oradan. İnsan bir kabus gördüğü zaman, bilinmeyen bir kuvvet korktuğu şeyden kaçıp uzaklaşmasına nasıl engel oluyorsa, o da öyle, olduğu yere çakılıp kalmıştı. Boynuzlu Maral Ana'nın camlaşan ve hep açık duran gözlerinin baltadan korkup kapanmayışına şaşıp kalıyordu. Kafa baltadan ürkmüyor, gözlerini bile kırpmıyordu. Kafa toza çamura bulanmıştı ama gözleri açık ve tertemizdi. Sanki, ölümün onu yakaladığı andaki şaşkınlık içinde donup kalmış ve öyle bakmaya devam ediyordu dünyaya."
Simgesel anlatımları seviyorum. Yazılanın içinde yazılandan daha farklı bir anlamın gizlenmiş olması bana her daim büyük haz vermiştir. Gücü elinde bulunduranın keyfi olarak bir başkasının değerlerini, kutsallarını, umutlarını, inandığı ne varsa onları param parça etmesini hep hüzünle karşılarız. Bu duygu karmaşasını, içinde bulunduğumuz dünyada her an yaşıyoruz zaten. Adına "Çaresizlik" dediğimiz toplum tarafından genel kabul görmüş bir rezilliğin ardına sığınıp susuyor ve boyun eğiyoruz. Dünyanın en iyi insanı bile olsak _Mümin Dede'nin vücudunda kişileştirilmiştir bu tutum_ , eğer bu iyiliğimiz kötülük karşısında çıkarcı bir eğilim gösterip hareketsiz kalıyorsa cehenneme kadar yolu var demektir. "Böyle bir adamla bir arada nasıl barınabildiniz? Nasıl katlandınız ona? Hiç utanmıyor musunuz!" diye hayalinde kurduğu kahramanla büyüklerin beceremediği adaleti sağlamaya çalışan ve gerçekleri suratımıza vuran çocuk, hiç bir şey yapacak gücü olmasa bile bu kurulu düzene alet olmayarak, ruhunu ele geçirmelerine izin vermeyerek müthiş bir ders veriyor bize. Balık oluyor, sadece kendisine ait, kirletilmemiş dünyasında yüzüyor, yüzüyor...