Gönderi

“Başlangıçta sükût var idi. Ve her yer karanlık idi. Ve Yaradan Yegâh makamında terennüm eyledi. Ve bu ışıltılı nağme ile etraf nûr oldu. Ve nağme boşlukta yankılanıp geri döndü. Ve yaradan, bu Yegâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün. Ve Yaradan Dügâh makamında terennüm etti. Ve suların ortasında bir azîm kubbe peydâ oldu. Ve kubbe tâ arşa kadar yükseldi. Ve nağme, işte bu kubbede yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Dügâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün. Ve Yaradan Segâh makamında terennüm etti. Nağme çöllerde ve enginlerde yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Segâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve terennüme devam etti. Nağme ile mest olan toprak, ot ve tohum veren sebze ve meyve veren ağaçlar hâsıl etti. Ve akşam oldu ve sabah oldu, üçüncü gün. Ve Yaradan Çârgâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme, vecde gelip ışıl ışıl ışıldayan yıldızların ve kendisiyle, Yaradan’ın hem Gündüz’e hâkim olduğu Güneş ve hem de geceye hâkim olduğu Kamer’in bulunduğu göklerde yankılanıp geri döndü. Ve yaradan bu Çârgâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, dördüncü gün. Ve Yaradan Pençgâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme, envaî çeşit deniz canavarlarıyla ve türlü türlü canlı mahlûkatla kaynayan deniz dibinde ve çeşit çeşit kanatlı kuşla dolu semâda yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Pençgâh nağmenin güzel olduğunu gördü.Ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün. Ve Yaradan Şeşgâh makamında terennüm etti ve gelecek olan yankıya kulak kabarttı. Ancak bu kez, nağme yankılanmadı. Bununla birlikte Yaradan baktı ki, uzaklarda bir yerden aynı makamda bir âvâz gelir, hemen tanıdı: Cins cins canlı mahlûkatın ve yürüyenlerin ve sürünenlerin ve denizdeki balıkların, göklerdeki kuşların ve her şeyin hâkimi ilan edip mübârek kıldığı İnsan’ın sesiydi bu. Yaradan bu sesin pek o kadar çirkin olmadığını gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, altıncı gün. Ve yaradan Heftgâh makamında es eyleyip sustu. Çünkü sesinin Yer ile Gök arasındakilere işte böyle duyurmuştu. Ve Yaradan, yedinci günü mübârek kılıp takdîs eyledi ve dinlendi. Ve Yaradan, yerin toprağından adam yaptı ve onun burnuna, makamı gizli bir nağme üfledi. Adam bu nağmenin güzel olduğunu gördü. Çünkü adam artık yaşıyordu ve onu yaşatan da bu nefes idi. Ancak adam ve onun sol kaburga kemiği, meyveyi ısırıp yasağı çiğneyince, kendilerini diri kılan bu nağmeyi unuttular ve Aden’den kovuldular. Ne var ki âdemoğulları; Hâbil ve Kabil’den Hazreti İdris’e, Hûd Peygamber’den Firâvun Kâbus bin Muslap’a, Süleyman Aleyhisselâm’dan İskender Zülkarneyn’e, Melik Tubbâ Rıdvanüllâhi Aleyh’ten Âhirzaman Peygamberi Hazreti Muhammed Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Efendimiz’e kadar bütün devirlerde; tamburdan, santurdan, yongardan, davula kavala miskala kadar türlü türlü musikî âletiyle; bu nağmeyi keşif yahut peydâ etmek için yırtınıp didindiler. Hattâ Sokrat ve Bukrat, bu esrarengiz nağmenin bir güftesi olduğunu da söylemişti. Bu âlimlere göre güfte, “Lazare, deuro ekso!” idi. İbn-i Uzluk ise bu nağmenin hem makamının hem de güftesinin Kürdî olduğunu söyledi: “Lazar, were derve!” İbn-i Uzluk aynı zamanda, makamı Kürdî olduğuna göre, nağmenin karar perdesinin dügâh olması gerektiğini de ileri sürmüştü. Ne var ki, her şeyi bilmek için, belki hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, âdemoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı. Çünkü onlara göre, ancak hiçbir şey bilmeyen bir mâsum, gördüğü anda O’nu tanıyabilirdi. Bunun için belki de, ölmeden önce ölmek gerekiyordu. Ölmek aslında, içindeki şarabı tamamen döküp billûr kadehi boşaltmak gibi, her şeyi ebedîyen unutmak ve artık hiçbir şey bilmemek demekti. Nasıl ki ancak boş bir kadeh İsâ’nın kanıyla doluyorsa, aynı şekilde sadece her şeyi unutan bir gönül ilâhî esintiyle dolardı.”
Sayfa 138Kitabı okudu
·1 alıntı·
38 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.