Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

440 syf.
10/10 puan verdi
·
22 günde okudu
Kitabı en sonunda bitirdim. İlk bölüm inceleme, ikinci bölüm ise bir öyküdür. Keyifli okumalar dilerim. İlk Bölüm: Maksim Gorki’nin bir eseri daha biter ve böylelikle onun gönlümde yükselişi tüm hızıyla devam eder. Bilemiyorum… Okuyacağım sürüyle kitap, tanışacağım onca yazar olacaktır lakin mümkün müdür? Gorki’nin samimiyetini, çocuksu ruhunu, masumiyetini, şahsına münhasır anlatımını bir başka yazar da görebilmek! Elbette diğer kitapları da beni derinden etkiledi ancak bu kitabı daha bir dokundu. Sanki bu kitabında Maksim’in ruhu kitabın içine saklanmıştı; kitabı her açışımda bu ruh özgür kalıyor ve benimle için için konuşuyordu. Kitabımızın ana karakteri Aleksey’in çocukluktan gençlik yıllarına varan zamanını ele alır Ekmeğimi Kazanırken. Bu süreçte, zorluklar üst üste biner ve ağır bir yük olur Aleksey için. Tabi ki bu zorlukların ana nedeni insanlar ve onların zihninde ürettikleri Tanrılarıdır! Bu bizim bildiğimiz Tanrı değil elbette, bahsi geçen Tanrı, bazı insanların kendilerince izole ettiği bir Tanrıdır. Günümüzde de öyle değil midir? Herkesin kendine has bir Tanrısı vardır ve bu Tanrı herkesçe farklıdır. Öyle ki; bir insanın herhangi bir eyleminde bu Tanrı, onu ödüllendirirken aynı eylem için bir başkası adına ceza sebebi. Şunu da belirtmek isterim, ben Tanrıyı yargılamıyorum; yargıladığım husus insanlar ve onların zihnindeki kuruntularıdır. Neyse zaten bu durumu kitap içerisinde çok güzel izah etmiş Maksim; “Bir şey açık seçik ortadaydı: İnsanın gönlünce yaşamasını önleyen iki güç vardı ki, bunlar Tanrı ve insanlardı.” Kitabın içeriğine dönelim; Aleksey çeşitli zor işlerde çalışmak zorunda kalır. Toplumun en alt tabakasının profilini, bu işlerde edindiği izlenimlerle çok iyi ve keskin bir anlatımla adeta okuyucuya çizer Maksim. Çizmek onun işidir ve bana göre edebiyatın ressamıdır. Size öyle detaylı ve hoş tablolar çizer ki hani derler ya, ‘alır okuyanı götürür farklı diyarlara’ diye işte bu taşımacılığın babasıdır Maksim A.Ş. Ülkemizde Maksim’in kitapları pek okunmuyor. Okunmamasının birden fazla parametresi var yine bana göre. Bunlardan ilki, eserlerinde hep sistem eleştirisi vardır ki bu sistemin asla istemeyeceği bir durumdur. İkincisi, insanların zaten zor bir hayatı vardır ve iç karartıcı eserleri her insan okumak istemez. Üçüncüsü ise, diğer yazarların aksine anlatımında okuyucuyu tek yumrukla yere seren bir üslubu yoktur. Bunun yerine on beş round okuyucu ile dövüşür ve uzun soluklu bir kavganın sonunda okurunu yere serer. Ufak ufak durmaksızın yumruklarını indirir ve okur-bende de olduğu gibi- kitap bittiğinde güzel bir dayak yemişe döner. Son olarak Maksim’in en sarsıcı yumruğunu sizinle paylaşmak isterim: “Biliyorum siz iyi uydurulmuş dehşet sahnelerinden hoşlanırsınız ama ben korkunç gerçek olaylar biliyorum, bunlar günlük yaşamın tüyler ürpertici olayları! Nasıl ve hangi dünyada yaşadığınızı anımsamanız için, o olaylara ilişkin öykülerle sizi şoke etme hakkımı kullanıyorum. Bizler, hepimiz pis rezilce bir yaşam sürüyoruz: İşte bu öyküler bunu gösteriyor. Korkunç gerçek, güzel yalancıların cicili bicili sözcükleriyle saklanamaz. Yaşama doğru gitmeliyiz. Yüreklerimizdeki insanca şeyleri yaşamamıza yansıtmalıyız!!!” İkinci Bölüm: Bir yandan kitap okuyor bir yandan da sıranın bana gelip gelmediğini kontrol etmek için sıra numaralarının sürekli değiştiği led ekrana bakıyorum. Sıranın gelmesine hayli var ve ben bu nedenle tekrar kitabımı okumaya dönüyorum. Tam kendimi kitaba verdim diyorum ki bu seferde telefonum çalıyor. Ekranda kayıtlı olmayan bir numara görüyorum. Aklıma, yaptığım iş başvuruları geliyor. “Efendim… tabii olur ne zaman? Demek Cuma saat on iki de. Tamam Tarihi Bozkurt Hanı. Tamam olur gelmezsem bildiririm. Teşekkür ederim, iyi günler.” Diyorum ve telefonu kapatıyorum. Tahmin ettiğim gibi yine bir iş görüşmesi içindi bu arama. Bugün Cuma erken kalktım, iş görüşmesi için hazırlandım, sırt çantamı da alarak yola koyuldum. Son zamanlarda İstanbul da göçebe bir yaşam sürüyorum. Sırt çantamda birer adet diş fırçası ve macunu, bir adet kulaklık ve bunun yanında da dört yüz küsur sayfalık Gorki’nin kitabı olduğundan mıdır bilmiyorum çantamın ağırlığını hissetmiyorum. Metro’ya giderken diğer insanların peşi sıra yürüyorum. Gözüm sürekli etrafta. Her bir insanı inceliyorum, kimisi kısır iş döngüsüne girmiş uykulu gözlerle sanki programlanmışçasına verilen koordinatlara hareket ediyor, kimisi okuluna gidiyor, kimisi de benim gibi her şeyi anlamlandırmaya çalışıyor. Herkesin yaptığı tek ortak eylem ise şu nokta da yürümek. İnsanlar yürürken ayaklarının bastığı yerlerden toz, toprak havalanıyor peşi sıra gelen gölgelerinin üzerine siniyor. Zannediyorum ki benim gibi gölgeler de bir zorundalık olduğunu fark ediyor, kızıyor ancak el mahkûm sesleri solukları çıkmıyor. Acelem yok görüşmem on ikide ve ben kitap okuyabilmek adına kalabalığın gitmesini bekliyor ve uygun bir yer arayışına giriyorum. İlk tren gidiyor, ikincisi gidiyor ve ben ancak üçüncüsünde kendime istediğim gibi bir yer bulabiliyorum. Sırt çantamı dizlerimin üzerine, onun üzerine de kitabı konumlandırarak Aleksey’in yarım kalan hikayesine devam ediyorum. Tren yavaştan hareket alıyor. Aleksey, bir gemi de işe girmiş çok küçük meblağlara canı çıkana kadar her gün çalışıyor. Bir diğer yandan burada çalışan insanlardan ve bunların sorunlarından bahsediyor. Bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bir sıkıntı var diyor ancak ben nedense anlamıyorum, herhalde yaşamam gerek diyorum kendi kendime. Yolcular iniyor, biniyor kalabalık hiç azalmıyor. Tren kavisler çizerek yoluna devam ediyor. Bu esnada trenin camından fırsatını bulan küçük bir güneş ışını kitabımın üzerine düşüyor. Bir sağa, bir sola, bir yukarı, bir aşağı derken düşüncelerim dağılıyor. Evet ben şu anda trende olabilirim ama düşüncelerimle ben aslında gemideyim. Diğer insanların arasında bedenimi bırakarak tekrardan Aleksey’in yanına gemiye geçiyorum... Nihayet belirtilen tarihi hana geliyorum. Kapıda duran güvenlik, sanki biri tembihlemişçesine yüzüne uymayan maskeyi gizleyemeden ve yaratılışına bir o kadar ters olan yüz ifadesiyle benden kimliğimi vermemi rica ediyor. Kimliği uzatıyor, ziyaretçi kartını alarak bir üst kata çıkıyorum. Danışmadaki bayan beni bekleme odasına alıyor. Odadan çevreye göz gezdiriyorum ve ofiste çalışanlara gözüm takılıyor. Her biri hayat heyecanını sekiz saatliğine bir kenara bırakmış, birer makine edasında bilgisayar başında, çalışma ve işleme prensibi anlamında bir bilgisayardan farksız olarak zaman geçiriyorlar. Arada birkaçı kalkıyor çay, kahve alıyor ve tekrar aynı noktaya konumlanıyorlar. Garip bir duyguya kapılıyorum. Sanki bu bekleme odasında yaşayıp ihtiyarlamışım gibi geliyor bana. Yarın, gelecek hafta, gelecek kış, gelecek yıl burada neler olacağını şimdiden biliyorum. İşe alım uzmanı yanıma gelirken sahte bir gülüşle hoş geldiğimi söylüyor. Halbuki hiç hoş değilim, hiçbir yere de nedense ne hoş gelebiliyorum ne de hoş gidebiliyorum. Uzman olan bu kadın (patronların kendilerini iyi hissetmeleri için taktığı sıfatlardan birisi olsa gerek bu uzman sözcüğü ki bu sıfatlar işçiler arası sınıf farklılığını yarattığı çok aşikâr.) orta yaşını çoktan geçmiş, kilolu denecek kadar bulunduğu ortamda yer kaplayan, yüksek numaralı gözlüğü ile zar zor etrafı görmeye çalışan her işçi gibi bir varlık. Neyse odasına geçiyoruz ve bana iş için aradıkları nitelikleri sayıyor. Şu olacak, bu olacak derken yaklaşık bir beş dakika geçiyor. Kendimde olanı anlatıyor ve yapabileceğim işlerden bahsediyorum. Sonrasında sormak istediğim bir şey olup olmadığını soruyor. Maaş aralığımı, iş başvurusunda belirtmiştim ama yine de merak ettiğimi ifade ediyorum. Kadın, aslında ilk görüşme de böyle bir politikaları olmadığını ancak yine de bu politikayı bir defalığına çiğneyeceğini önden söyleyerek, maaş aralığının bin beş yüz ile iki bin arasında olduğunu ortalığa tükürüyor. Zaten bu tarz hiyerarşilerden nefret eden birisi olarak gerginliğim ve öfkem hat safhaya ulaşıyor. Ellerimin titremesini kontrol edemezken bir yandan da sağ gözüm seğirmeye başlıyor. Vücudum, zihnimden önce isyan etmeye başlıyor. Maaş aralığımın bilinmesine rağmen hem vaktim çalınmış hem de bu pis düzende oyununun bir parçası olmuştum. Zihnim gidip geliyor. Gerçek ile gerçek olmayan arasındaki çizgiyi kaybetmeye başlıyorum. Bulunduğum konumdaki her nesne hareket ediyor, yer değiştiriyor ve farklı bir hal almaya başlıyor. Kafamı kaldırıp çevreme göz gezdirme gereksinimi duyuyorum. Masalarının başında oturan çalışanların, bileklerinden masanın demir bacağına yaklaşık olarak onar metrelik zincirlerle bağlı olduğunu görüyorum. O kadar çabuk zayıflamışlar ki kemiklerini sayabiliyorum. Halbuki bu kemikleri sayılabilen kolları tutan masaya bağlı olan zincirler değildi. Zannediyorum ki bu insanların başka yerlerinde, görünmeyen daha başka zincirler vardı. Ofisin en güzel odasından takım elbiseli bir adam çıkıyor. Öyle ki nereden baksam üç yüz kilo ağrılığında olan bu adamın eni ve boyu neredeyse eşit. Sanki bir taraf zayıflarken bir taraf şişmanlıyordu. Bu defa, karşımda oturan kadına kayıyor gözlerim. Onun görünüşü daha ilginç geliyor. Yüzü kararmış gözleri büyümüş vaziyette elindeki kelepçeli zinciri sallayarak bana bakıyor ve bir şeyler söylemeye çalışıyor. Çok ani olarak kendime geliyorum. İyi misin diye soruyor uzman kadın. Ben okumaya başladığımdan beri iyi olamıyorum bunu kesinlikle bilmiyor, bilemez de. Keşke okumasam diyorum! Hep kitap okumaktan ileri geliyor bunlar. Evet evet bundan sonra okumayacağım, bunlara hiç gerek yok diye geçiriyorum aklımdan. İyim teşekkür ederim. Ancak benim maaş aralığım başvuruda belliydi buna rağmen beni buraya kadar yordunuz diyorum. Biz ne olursa olsun yine de adaylarla görüşmek istiyoruz diye karşılık veriyor. Ama biz adaylar istiyor muyuz neden bu kadar umursamazsınız diye gerginliğimi atmak üzere konuşmaya devam ediyorum. Atladığınız bir şey var bayım; bizim bu vereceğimiz maaş tamamen yasal, yani sigortanız bu aralık üzerinden yatacak diyor. Benden kanunsuzluğu bir tatmin nedeni olarak görmemi mi istiyorsunuz diyorum öfkemi atmak bir kenara dursun öfkem, giderek artmaya devam ediyor. Sizin için, çocuklarınız için, etki ettiğiniz tüm insanlar için üzülüyorum. Bu modern köle sisteminde ki hiyerarşide kendinize bir yer bulduğunuzdan, bu olanlar sizi rahatsız etmiyor. Rahatsız etmemek bir kenara insanları, bu sisteme dahil etme adına müthiş bir çaba içerisindesiniz. Bence siz bu sistemi kuranlar kadar kötü bir insansınız diyorum. Son olarak paralel evrende orada o maaşı kabul edip zincirleri kollarına takan bir ben bırakıyor ve ayrılıyorum odadan, ofisten, tarihi handan. Geldiğim yolun aynısını geri tepiyorum. Metro sakin, kalabalık azalmış kendime rahatça bir yer buluyorum. Elim istemsizce çantama oradan da kitaba gidiyor. Aleksey düşüyor aklımın en derin kuyusuna ve onu anlamaya başladığımı hissediyorum. Biliyorum çok radikal bir karar almıştım ancak daha radikal bir karar alarak tekrar okumaya başlıyorum. Kitap henüz bitmedi ancak bu yazımı oluşturmam için bir neden oldu. İyi ki edebiyat var diyorum ve okuyan herkese teşekkür ediyorum.
Ekmeğimi Kazanırken
Ekmeğimi KazanırkenMaksim Gorki · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20186,7bin okunma
··
1.525 görüntüleme
Muzaffer Akar okurunun profil resmi
İnceleme değil ancak güzel bir öykü olmuş elinize sağlık. Gençlik güzel şey, ilk iş arayışlarım, kendime güvenmelerim ütopik hayallerim geldi aklıma. İyi okumalar.
Bu yorum görüntülenemiyor
Erhan okurunun profil resmi
Hikayeyi şimdi okudum Anıl Hocam, sorunumu da anladım Gorki ile ilgili, sizin gibi empati kuramıyorum kendisiyle. Tek başına hikaye de, incelemeyle oluşturduğu bütünlük de hatta - incelemeden anladığım kadarıyla- kitapla uyumu da mükemmel. Elinize sağlık gerçekten.
Anıl okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Erhan Hocam. Gorki etkisi diyelim. Umarım kendini size sevdirebilir.
1 sonraki yanıtı göster
Anıl okurunun profil resmi
İnsan bir defa gerçekleri algıladı mı artık eski benliğine ne yazık ki dönemiyor. Eskiden olduğu gibi her şeye gülemiyor ya da yorumda bulunamıyor. Her gün ekranlarda aralıksız olarak yayımlanan uyku seanslarına katılamıyor. Çoğumuza olduğu gibi bende de olan durumlar bunlar. Daha detaylı ve daha çok yazmak isterdim, bilmiyorum belki de yazarım ancak burada amacına ulaşmayacağından kısa kestim. Okuyup, beğenmiş olmanıza ve ayrıca düşüncelerinizle yorumda bulunmanıza çok mutlu oldum. Var olun. Rogojin Hocamın da dediği gibi iyi ki edebiyat var.
Ebru Ince okurunun profil resmi
Sonuna kadar okudum;) kesinlikle.başarılı bir yaşamsal kesit olmus ..şu anda bir otobüsün üst katında dizlerimde "germinal"ile aynı duyguları hissederek hem çevremdeki milyon adet koşturan insanın eve varmak telaşını izliyorum, hem kömür magdenlerinin doymak bilmeyen migdesine yemek olarak iniyorum :) ben bir çok dostumuzun, aynı duygularla okuduğu kitap ve gerçek dünya arasında gidiş gelişler halinde hayata devam ettiğini tahmin ediyorum. . bu biraz daha ruhu büyütmek ile alakalı, ruh geliştikçe zaman -mekan kavramını aşma yeteneği bizlere bahşediliyor sanırım :) bir sonraki kitapta görüşmek üzere ,paylasimlarinizi bekliyorum ..Sevgiyle kalın.
Şeyma Öztürk okurunun profil resmi
Kitabın ismine tam anlamıyla denk bir yazı olmuş. :) Her ne kadar kitabı okumamış olsam da sen de kendi ekmeğini kazanma yolundaki çabandan söz etmişsin. Maksim Gorki'nin eseri bir yana bu da senin romanın. Eline sağlık, güzel bir yazı olmuş :) Bitirince inceleme eklersen memnun olurum.
Anıl okurunun profil resmi
Bu yazdıklarımın üzerine başka bir yorumda bulunmayacağım ama istersen okuduktan sonra kısa olarak düşüncelerimi ifade edebilirim. :)
1 sonraki yanıtı göster
Anıl okurunun profil resmi
Teşekkür ederim arkadaşlar ince ve güzel yorumlarınız için. Evet öykü tarzında yazdım, inceleme her zaman yapılır, yapılıyor da sitede bu anlamda çok yetenekli arkadaşlar var, kitabın incelemesini onlara bırakıyorum. Benim burada dikkat çekmek istediğim konu, sistemin uyanık patronları işten çıkarmaların yoğun olduğu bu dönemi fırsat bilerek işçiyi, hakkının çok azına razı etmekte, bunu yaparken de işçiden her zaman minnet duymasını istemektedir. Bunun farkında olan, olabilen bireylerden olabilme dileğiyle saygılar.
Nympheutria okurunun profil resmi
#13627900 Konuyla alakalı bir alıntı paylaşmak istedim. Anıl hocam bu güzel yazını geç görmem gerçekten büyük bir talihsizlik oldu. Olağanüstü bir yazı olmuş birçok konuya parmak basmış, göndermeler yapmışsın cesurca. "Öyle ki nereden baksam üç yüz kilo ağrılığında olan bu adamın eni ve boyu neredeyse eşit. Sanki bir taraf zayıflarken bir taraf şişmanlıyordu." burayı okurken sanki Kafka okurmuşcasına bir zevk aldım. Biliyorsun, takım elbiseliler, zincirler, kelepçeler bana onu anımsattı. Ayrıca yazdıklarının kendi hayatından kesitler olması da işi ayrı bir noktaya taşımış. Evet hocam haklısın, öyle çok zincir var ki etrafta, toplum bu zincirlerden dolayı ilk telefon santraline bağlı teller gibi tıpkı; zincirler birbirine dolanmış artık. "... kemikleri sayılabilen kollar..." ifadesi içimi yaktı bir kez daha. O kadar zayıflamış ki insanlar, o prangalardan kurtulabilirler belki de, fakat o prangalara dahi muhtaç hale gelmişler, takım elbiseliler yüzünden. Çok üzgünüm hocam, çok üzgünüm... Bizi derinden etkileyecek böyle güzel bir yazı lazımdı şu aralar, teşekkür ederim bunun için. Ellerine sağlık ve yüreğine..
Anıl okurunun profil resmi
Aykut Hocam, güzel yorumların için çok teşekkür ederim. Senin beğenmiş olman ayrıca büyük bir mutluluk. Bu yazımımın inceleme olmadığı için şikayet edildiği bir ortamda siz değerli okurların destekleri çok önemli. İyi ki varsınız. Yazdıklarımı 6 ay önce yazmaya kalksam inan iki cümleyi yan yana getiremezdim. Ancak okudukça etkisi bir şekilde ortaya çıkıyor. Zahmet edip yazımı okuduğun için ve bu güzel yorumların için tekrardan çok teşekkür ederim Aykut Hocam. :)
1 sonraki yanıtı göster
Metin T. okurunun profil resmi
Önce, benim de yapmaya çalıştığım, eserin okunma süreciyle, eserden aktarmak istediğiniz fikri, bir yeni kurmacayla verme amaçlı, postmodern bir kitap incelemesi sandım. İlerledikçe anladım ki, ortada kitabın tematiğine uygun, yaşadığımız dönemin üretim ilişkilerini işleyen bir öykü var. Tematik aynı ama üslup farklı. Öyküde sistem mahkumluğuna soyut göndermeler var. Zincirli ofis çalışanları. Kahramanın sisteme ofis çalışanlarını haşlayarak giydirmesi edebiyatın sınırını biraz zorlamış sanki. Slogan gibi, didaktik. Postmodern bir öykü olmuş. Aleksey'i bir kahraman sayarsak, bir üstkurmaca vardı. Eğitim ve emek üstüne söylem tam bir metinlerarasılık olmuş, Gorki'den. Birara aklımdan geçmedi değil, keşke, Aleksey'i kitaptan çıkartsaydınız, mesela, metroya birlikte, dertleşerek binseydiniz. Ya da, kitabın gerisini okumaya o devam etseydi. Canım, dedik ya, postmodern anlatım diye işte. Yayınladığınız gün dahil, 2 gün Moskova'daydım, gözümden kaçmış öykü. Hoşuma gitti.
25 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.