Gönderi

Sultan Reşad'ın Hiddeti
En evvel hünkâr söze başladı, "Bir söyleyeceğiniz mi var?" Dedi. O zaman bunların arasından Gümülcineli İsmail saftan ayrılıp öne doğru bir adım attı ve: "Evet, bazı maruzatta bulunmak istiyoruz; fakat bunları söylemeden evvel başmabeynci ile başkâtibin dışarı çıkmalarına müsaade ediniz!" Heyet azası hep birbirine bakıştılar, hatip olarak intihap ettikleri bu adamın değil hünkâra karşı, alelade bir şahsiyete karşı bile söylenmesi pek ziyade edebe mugayir olan bu sözlerini tayip eden bir manayla birbirine baktıktan sonra yüzlerini ona çevirdiler. Herhalde anlamışlardı ki hitap pek fena intihap edilmiş ve mülakat pek nahoş başlamıştı...Bütün ecdadı ve büyük biraderi gibi kaim sesli olan ve kızınca sesinin kalınlığına bir fazlalık gelen hünkâr derhal mukabele etti: "Onlar benim adamlarımdır ve daima yanımda bulunurlar. Tamamıyla mahremdirler, onlardan hiçbir işim yoktur ki saklamak lazım olsun"... Bununla bitmedi, söyledikçe hiddeti daha ziyade kabaran hünkâr, bu gevşek ve lapa zannolunan ihtiyar birden son bir feveranla, sanki damarlarında Yıldırım Bayezid'in, Yavuz Sultan Selim'in ateşten kanları tutuşarak ilerledi, ta Gümülcinelinin önüne kadar gitti, onu yakasından tuttu, "Benimle, mutlaka yalnız konuşmak istiyorsan (birinci defa olarak yabancı bir muhataba müfret sigasıyla söylerek) gel içeri gidelim..." Dedi. Küçük odayı göstererek... Ben korktum. Onu böyle ilerliyor ve berikinin yanına gidiyor görünce, "Eyvah!" Dedim, "Tokatlayacak mı, gırtlağına mı sarılacak? Ne fena bir iş!" İsmail kekeledi. Ne dedi bilmiyorum, galiba Sabri Hoca da af dileyerek bir şeyler söyledi...
·
87 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.