Gönderi

İslam'ın Koyduğu Bazı Ahlaki Sınırlar Dine Girişi Önlemiştir
Öte yandan İslâm'ın koyduğu ahlakî sınırlandırmalar, İslâm'a dönmenin getireceği bazı ahlaki yaptırımları göze alamıyan insanlar için yıldırıcı oluyordu. Sözgelimi İslâm Hukukunun alkollü içkileri yasaklaması, bu dinin Rus halkı tarafından geniş ölçüde benimsenmesi önünde başlıca engel durumundaydı. Rusya Hristiyan kaldı; çünkü Hristiyanlık bu ülke halkının çok düşkün olduğu alkollü içkinin kullanılmasını yasaklamıyordu. Rus Çarı Vladimir, kendisine İslâm'a dönmesi için yapılan çağrıyı, sırf, İslâm alkolü yasakladığı için reddetmiş, Rusların alkolü asla birakamıyacaklarını, çünkü alkolün hayatlarının biricik neşesi olduğunu söylemişti. (Öyle görünüyor ki, bugün Batıda ve ahlakî alanda aşırı serbestî içinde bulunan bütün öteki toplumlarda İslâm'ın yayılmasını engelleyen başlıca etken bu toplumlarda hüküm süren sınırsız serbestiyetçi tutumdur). Ama sonuç olarak, Rusya'da törel ve ahlaki değerlerin gereğine inanan kimseler, İslâm'ı onu bu alandaki üstünlüklerinden dolayı benimsediler. Ve Müslümanların bu alandaki etkinlikleri çok sayıda yeni katılmalara önayak oldu. «İslâm'ı benimsemek, törel bir takım kısıtlamalar yanında, ağır bir görevler bütünü getiriyordu kişinin hayatına. Çeşitli dinsel uygulamalardan bazıları -sözgelimi bir ay ramazan orucu- kabul edilir gibi değildi. Ayrıca bazı hallerde savaş alanındaki zorunlu görev, Kur'an'dan öğrendiğimize göre, bazılarınca ürkütücü bulunmuştu,» diye yazıyor önyargılı bir Hristiyan yazar (38). Zekattan, cihad görevinden ve İslâmî ritüellerden bağışıklık, himaye altındaki toplulukları bir seçenek çeşitliliği içine sokmuştu. Peygamberin ölümünden sonra bazı arap kabilelerini başkaldırmaya iten neden kendilerinden zekat istenmesi olmuştu. Bütün bunlardan, İslâmî yaptırımların, törel ve ahlaki sınırlandırmaların, ahlâken gevşek mizaçlı, zayıf kişilik sahibi kimselerin İslâm'ı benimsememelerine bahane oluşturdukları sonucunu çıkarabiliriz. Bu durum İslâm'ın ilk dönemlerinden zamanımıza kadar böyle olagelmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bir çok prens ve feodal soylu, İslâm'ı önce benimser gibi olmuş fakat sonra terketmişti. Çünkü İslâm, törel serbestî ve ahlaki düşkünlüklere dayanan, vazgeçemeyecekleri alışkanlıklara göz yummuyordu, göz yummayacaktı da; bu da onların feodal ayrıcalıklarınin sonu demekti. Kureyş'in Makhsum kabilesinden Al-Wabisis, ayyaşlıktan ötürü cezalandırıldığı için irtidat etmiş, Bizans toprağına göçerek orada Hristiyan olmuştu. Cabalat b. Tyham müslüman olan bir prensti; ama İslâmi eşitlik töresi onun bir prens olarak taşıdığı ayrıcalıkların uygulamada sürdürülmesine elvermediği için İslâm'dan çıkarak Hristiyanlığa sığındı. Kimi insanlar için vazgeçilmez bir tutku halini almış olan içki, kumar ve benzeri düşkünlüklere İslâm'in koyduğu yasak ve Ramazan orucu gibi yaptırımlar, kuşkusuz bir çoklarını İslâm'dan caydırıyordu. Sözgelimi bütün bir ay boyunca doğunun sıcak yaz günlerinde güneş batıncaya kadar aç kalmak bazıları için katlanılır gibi değildi. «İnsan, inananların bir çoğunun, oruç ayında günün sonuna doğru, fiziksel güdülere, arzu ve rahatlıklara İslâm'ın koyduğu sınırlandırmaları zihnen yeniden gözden geçirdiklerini düşünebilir» diyor bir orientalist. «Yine de, törel ve fiziksel yaptırımlarla içiçe oluşu yanında bir çok dolaylı yaptırımla temelden ilgisi bakımından Salât hepsinden daha önemlidir». Noldeke şöyle yazıyor: «Cemaat namazı, biçimsel ögeleri, doğrudan ve dolaylı örgünlükleriyle (involvements), İslâm'ın tutarlılık ve kararlılığını sağlayıcı yönde çok önemli bir işlev üstlenmiştir». Arapların aristokratik duyarlığı, tebliğciler arasında İslâm'ın öngördüğü eşitlik ilkesinin realiteye dönüştürülmesi karşısında uzun bir süre direnmiştir. Ama zamanın dengesiz toplumsal yapısı altinda ezilen insanlar İslâm'ın eşitlikçi çağrısını olumlamış ve onu benimsemişlerdir.
Sayfa 160-162
·
91 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.