Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

76 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Nuri Bilge Ceylan'ın Filmini Yapması Gereken Bir Roman
"Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum. Roman yazdığım zaman içimde bir korku hissetmezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım," diye açıklar Yaşar Kemal bu romanının temasını. Esinlendiği gerçek olay ise askerliği esnasında Kayseri'de kasabada halk bir kayanın üzerlerine düşeceğinden çok korkarlarmış ve onu demir bir set ile çevrelemişler; Yaşar Kemal onlara, bu kadar korkuyorsanız çekin gidin, demiş ancak halk ne korkudan kurtulabilmişler ne de kasabayı terk edebilmişler. Romanının kahramanına meslek olarak ise, o dönemlerde Anadolu'da en önemli kişinin postacı olmasından dolayı posta müdürlüğünü seçmiş. İşte hikaye, Anadolu'da bir kasaba olan Yokuşlu'ya tayini çıkmış bir posta müdürü olan Remzi Tavdemir'in, eşi Melek hanım ile birlikte kasabaya gelmesi ancak kasabaya, halkın duyduğu korku nedeniyle girememesinden oluşuyor, ki kasaba halkı tarafından bilinmeyen bir nedenden ötürü terk edilmiş, bu olayın bir iki hafta önce vuku bulduğunu ise romanın sonunda alacağını tahsil etmek için kasabaya gelen Molla Aptullah'tan öğreniyoruz, ona göre bu olayın arkasında, kendisine borcu olan kasap bulunmaktadır. Yaşar Kemal'in bu kısa ancak okurun yorumuna oldukça açık romanını çok sevdim, zira okuduğum roman veya hikayelere dahil olmayı, yorum yapmayı, çıkarımlarda bulunmaktan çok hoşlanırım; Tek Kanatlı Kuş, yapısı itibariyle buna çok müsait bir roman. Bundan dolayı, yapacağım çıkarımların ve yorumların nesnel bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır, her okuyan farklı çıkarımlarda ve yorumlarda bulunabilir. Ama korkunun başat unsur olduğu tartışılmaz bir nokta. Remzi Bey'in, tanımadığı insandan ve yerden korktuğunu öğreniyoruz hemen hikayenin başında; ona göre, ancak tanımaya başladığı andan itibaren insan, insan olarak karşısında şekillenir. Sürekli taşınmasına rağmen de bu korkusunu bir türlü aşamamış. Eşi Melek Hanımın babasının Nur tarikatına mensup bir astsubay emeklisi olduğunu öğreniyoruz ve "dinsiz" subaylardan hiç hazzetmediğini. Daha sonra kasabanın biraz dışındaki ceviz ağacının altında bir aracın geçmesini beklerken ilk gelen araçtan takım elbiseli, ve belli ki resmi bir gorevde olan yüksek memurun da yine bu tarikattan olduğunu, Melek hanımın tepkisinden anlıyoruz; bu iki ayrıntıdan, 1960'lı yıllarda hem askeriyede hem de bürokraside Nur tarikatının ve tarikatların yerleşmeye başladığını anlıyoruz. Kasabaya gitmeden önce Remzi Bey ile Melek Hanım, istasyon şefine, makamında konuk olup çay içerler. Şef onlara kasabaya kadar boşuna yorulmamalarını, doğrudan Ankara'ya gitmelerini salık verir. Bu esnada şefin arkasındaki duvardaki çatık kaşlı Atatürk resminin sararıp solmuş ve yan yatmış olduğunu görürüz. Zannımca bunun alt metninde, bir memur olan şefin, övünerek ve hiç gocunmadan kaçak çayın lezzetini, avantajlarını anlatması bulunmaktadır, böyle bir memurun duvarında da ancak böyle bir Atatürk resmi bulunabilir. Yaşar Kemal Yokuşlu kasabasını, hiç ağaç olmayan, bomboş, yapayalnız, kıraç, yalnızlıktan ve boşluktan tüten bir kasaba olarak tasvir eder. Kayseri'deki anısının romana yansıması olarak da, kasabanın üstüne dökülüverecekmiş gibi duran sivri kayaların bulunduğunu ekler ve bilhassa bu tasvirde, ortada öne doğru eğilmiş her an uçacak gibi duran ulu bir kuşa benzeyen kaya dikkatimizi çeker. Bu kasabayı ortadan bir yol böler, evleri ise toprak damlı, üst üstedir. Böylelikle kasaba gözümüzün önünde canlı bir şekilde yükselir. Hiçbirimizin yaşamak istemeyeceği, yaşayan gençlerin bir an önce okuyup kaçmak isteyecekleri, kalan büyüklerin ise buna imkanları olmadığından dolayı kaderlerine razı olup günlük hayatın telaşına kendilerini bırakacakları bir Anadolu kasabası. Nuri Bilge Ceylan, bu romanı okusa belki de filmini yapardı, diye de geçirdim okurken, bence gayet güzel de bir film olur. Daha önce bahsettiğim yüksek konumdaki memurdan sonra çevre köylerden birinde oturan ve kasabaya sık sık girip çıkan Yanıkoğlu Hüseyin adında biri gelir Remzi Bey'in yanına, kasabanın boşluğunun yarattığı korkudan yakınır, kasabalı bu boşluktan kaçtı diye fikrini söyler; sonra yine de Remzi Bey'in kasabaya gitmesini salık verir, bundaki amacı, Ankara'ya ulaştırmak istediği maruzatıdır, derdi vardır ancak roman boyunca derdini bir türlü söylemez, ancak Ankara'ya bildirecektir, sadece Ankara bilmelidir. Daha sonra Alamancı çiftimiz Zeliha ile Hüsam gelir. Zeliha çocukken üç kere bu kasabaya gelmiş, birisinde de Ebe hanım, ona Alamanya'ya gitmesini tavsiye etmiş, o da bu tavsiyeyi tutmuş ve gitmiş, Hüsam ile tanışıp evlenmişler. Sekiz sene sonra da kasabanın ardına düşen köyündeki annesini ziyarete gelmiş ancak satır aralarında Zeliha'nın çocukluğuna varan kasabaya duyduğu derin bir korkusu olduğunu öğreniyoruz ama tam nedenini bilemiyoruz. Ama üzerinde en çok durulan karakterin Zeliha olması da ona önem vermemizi gerek. Zeliha, Hüsam ile kavga edip, o hışımla kasabaya yollanır korkmasına rağmen. Korkusu aklını başından almadan evvel, kasabanın meydanında bir Atatürk büstünü onun ardından hükümet konağını, onun ardında okulu ve onun ardında da hapishanedeyi görür. Yürüdükçe gölgelerin üzerine çullandığını, boğazını sıktığını hissederek yokuş yukarı kaçar, burada da kuyu gibi manidar olabilecek şeyleri görür. Nihayet, Hüsam onu bulup geri getirir. Kendine geldiğinde ise olayı şu şekilde anlatır kabataslak: meydanın ortasında uzun bir ecinni oturmaktadır, nereye kaçsa onu takip etmiş, sonra da yarasalar etrafını sarmış, anlamış ki bu kasabanın insanı bu kuşlarmış, nefessiz kalmış ve Hüsam onu kurtarmış, kendisi de bayılmış. Henüz kendindeyken aynı yerde Atatürk büstünü görmüşken, kendinden geçtikten sonra olayı anlatırken aynı yerde büyük bir ecinninin oturduğunu söylemesi manidar geldi. Belirtilen binalar da rastgele seçilmiş olmamalı diye düşünüyorum, her biri, bir devletin temel organları, bunların mahalli yöredeki temsilleridir. Tahminim o ki, etrafını kuşların almasının nedeni, kuş şeklindeki büyük kayanın gölgesinin, halihazırda muhtemelen çocukluk korkularıyla uyuşan Zeliha'nın hayal gücünün bir oyunudur. Büstün ecinni olarak görülmesi de, Anadolu insanına yabancı olan bu yapının, ona tanıdık olan en korkutucu figüre, yani ecinniye dönüşümü olsa gerek. İnce Memed serisinde devlet denilen yapıya pek sıcak bakmadığı izlenimi veren Yaşar Kemal'in, Zeliha'nın bu deneyimi vasıtasıyla, kasaba halkının kasabayı, benimseyemediği devletten kaçışı olarak alt metinde anlatmak istediği yönünde bir yorum yapabilirim. Bir başka yorum ise Zeliha'nın Alamancı olmasından hareketle yapılabilir pekala, çünkü Zeliha epey değişmiş olarak döner, belli ki, gitmeden evvel de sevemediği kasabasına, köyüne tamamen yabancılaşmış, ve biraz da kibirle ona yaklaşır olmuştur; bu kibrine ise kasabanın ve de Anadolu'nun yanıtı, gösterdiği kabusla, ki Anadolu insanının başat korku unsuru olan ecinnilerle olmuştur; şalvar yerine mini etek de giysen, tırpan yerine fabrikada aletler tutarak iş de görsen, sonuçta bilinç altında Anadolu hep olacaktır. Yeniden daha önce bahsettiğim borcunu almak için gelen Molla Aptullah'a gelecek olursak, roman, onun öfkeli gölgesinin büyüyerek kasabayı kaplaması ile sonlanır: "Bacaklarını germiş, gözlerini pörtletmiş, gittikçe yere yaklaşarak Kör Rahminin boynunu sıkıyordu." Molla olması ve para hırsıyla öfkeden, hırstan deliye dönmüş vaziyeti, Anadolu insanını asırlardır geriliğe, fakirliğe mahkum etmiş dinci hocaların ve de para hırsının bir göstergesidir belki de, Anadolu insanı, Atatürk'ün devrimlerine rağmen, bu kan emicilerden kurtulamamışken, onlardan kaçmayıp da napsın? Keyifli okumalar
Tek Kanatlı Bir Kuş
Tek Kanatlı Bir KuşYaşar Kemal · Yapı Kredi Yayınları · 20139bin okunma
··
2.371 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.