Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Beyin Jimnastiği
Merhaba değerli okurlar, Üzerinde düşünmekte olduğum ve farklı düşünceleri de merak ettiğim bir konuya dair sizlere yazmak istedim. Görüşlerinizi paylaşmanız beni mutlu edecektir. Ortaya konan bir sanat ürününü değerlendirirken yaratıcısının/sanatçısının kişiliğini ve özel yaşamını dikkate almalı mıyız ve bu etmenleri dikkate almaksızın bir değerlendirmede bulunmak mümkün mü? Bu faktörler, değerlendirmemizde etkili olacaksa ölçümüz ve ölçütümüz ne olmalı? Daha açık bir ifadeyle sanatçı ne yapmış/yapacak olursa sanatını eleştirirken üzerinizde olumlu veya olumsuz bir etki yaratır, dahası o sanat eserini değerlendirmeyi reddetmenizde yahut gormezden gelmenizde etkili olur? Bu konu, zaman zaman bazı olaylar sebebiyle gündem olup konuşuluyor. Fakat yaşanan herhangi sıcak bir olayın, düşüncelerinize etkisini -olabildiğince- nötrleyerek salt genel görüşlerinizi almayı bilhassa isterim. Vereceğiniz yanıtlar için şimdiden teşekkür ederim. Sevgiler, verimli okumalar.. :) Dipnot: Konunun farklı yorumlarla zenginleşebilmesi adına iletiyi paylaşmanız güzel olur.
··
21,2bin görüntüleme
Mustafa A. okurunun profil resmi
Bir sanat ürününü değerlendirirken, eğer sanatçının hayatına vakıfsak tabiiki bu olay, esere karşı olumlu/olumsuz yargılarda bulunmamıza sebep olur. Bu durumdan etkilenmeyen okur/izleyici var mıdır bilmiyorum. Biz her ne kadar özel yaşamını dikkate almayalım diye kendimizi şartlandırsak da bunun elimizde olduğunu düşünmüyorum. Hasan Ali Toptaş örneğini verecek olursak benim buradaki düşüncem kitaplarının okunması gerektiğidir. Okuyup okunmaması kişinin tercihine kalan bir durum bence. Ben okunmasından yanayım. Eğer her sanatçıyı bu şekil değerlendireceksek, izlenecek film, okunacak kitap ya da dinlenecek müzik kalmaz. Ama sanatçının özel hayatını bilmek dediğim gibi bizleri olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkiler, etkileyip etkilemesi de elimizde olan bir şey değil.
Kaan okurunun profil resmi
Benim için öncelik eserin niteliği, yazarı isterse dünyanın en kötü insanı olsun yine okuyabilirim. Bence insanın başta kendisini, sonra da başka insanları tatmin edici eserler ortaya çıkarabilmesi için zihnindeki bariyerleri aşması gerekir; bu bariyerlere kısaca çerçevesini geniş tutarak kültür diyelim, kültür bariyerini aşmak için kişinin 'normal' ruh halinden en azından biraz uzaklaşması gerekir ki ilgili eserleri ortaya çıkarabilsin. Bunun haricinde ben, 'sorunlu' yazarların eserlerini fazladan merak ederim, çünkü bu yapısı eserlerine yansıdıysa bambaşka bir insan ve dünya ile tanışabilirim, özellikle bunu psikoloji açısından söylüyorum. Ben, bir yazardan örnek vatandaş veya örnek insan olmasını da beklemiyorum; oluyorsa ne ala ama şart değil. Yine bir yazar illa kendisine 'aydın' misyonu yüklemek zorunda da değil; bunu zorlama yaptıklarında yazarlarda oldukça sırıtıyor hatta daha çok eleştiriye maruz kalabiliyorlar. Yine aydın bir insansa yazarlığına ek olarak ne ala ama şart değil. Bence bir yazarın eserlerini okuyup beğendikten sonra, onun kişiliğini idealleştirebiliyoruz ve yazar ilerleyen zamanda hoş olmayan şeyler yaptığında veya geçmişiyle ilgili kötü bir şey keşfettiğimize hayal kırıklığına uğrayabiliyoruz, halbuki o yazar, bize zaten bu yönde bir vaadi olmamıştı, biz onu idealleştirmiştik. Bunları herhangi bir yazarı düşünerek yazmadığımı da belirtmek isterim. Diyeceklerim bu kadar, daha uzun da yazılabilir, güzel bir tartışma konusu ama çok düşünmeden temel noktalar hakkında yazmak istedim, ve daha önce de bu konuyla ilgili bir şeyler yazdığım için kendimi tekrara düşmek istemiyorum. :)
Beyzâ! okurunun profil resmi
Bizim "sonuç" kısmından kendisini değerlendirmeye çalıştığımız yaratı/yaratıcı'dan önce herhangi bir eser sahibinin ürünü ortaya çıkarım esnasında, ne yaptığını, bu sürecin kendisini de irdelemek; neyi niçin değerlendirdiğimizi ve bu üzerine düşünmek suretiyle gerçekleştirilen "değerlendirme"nin esere ne kadar ne ölçüde değer katabildiğini anlamamız açısından iyi olacaktır sanıyorum. Bir sanat yaratısı ortaya çıkarıldıktan (reveal) sonra artık sanatçıya ait değildir, topluma mâl olmuştur. Bir şeyin görünür (visible) ve alımlanabilir olması onu tekilliğin sınırlarının dışına iter, artık o yalnızca bir şahsın izi değil, tüm etrafın seyirliğidir. Sanatçıların yaratım niyetleri çok farklı olabilir, bir niyet aynı ânda birçok idea, utku, ülkü, ilke, kural ya da umdeyi içerebilir. Bir sanat eseri hem kendisi ve sonucuyla hem de yöntemi ve oluşumuyla kuralsızlığı temsil edebilir/doktrinsiz de olabilir. Sanatçı "amaç" itibariyle kendisi için ya da genel birey kavramının yüceltilmesi için çalışabilir. Sanatçı, parçası olduğu toplumdaki yerini vurgulamak, izini tüm izlerin meydana getirdiği bir deseni devam ettiren bir ilmek olarak sağlamlaştırmak, toplumun yüzyıllardır çizdiği resimde yeni bir biçim yaratırken yine de o uyumu bozmamak adına üretebilir. Amacı ne olursa olsun, herhangi bir kavramın sancısını taşıyan edim sahibi (individualist/collectivist) aynı ânda, kendi hâlinde ve kendi durumlarının yaratıcısı olan bir bireydir, bununla birlikte süregelmiş, süreolmakta ve süregidecek olan cemiyetin içine doğmuş, çoktan beri var olan kökten bir kurumun çoktandır yarattığı kelimeler, şeyler ve imgelerle yoğrulmuştur. Hisleri kendindendir - bu yönden sınırsızdır fakat düşünceleri ise çoğu zaman öğretiler içerisinden eklemlenir, dolayısıyla davranım boyunca (kendi çizdiği pattern ve bunun şuurlu ya da şuursuz ortaya çıktığı alan olan process) toplumun ona sağlayabileceği çerçeve içerisinde dönenir. Bir ressam gördüklerini iz düşer, bir yazar mekânın ona sunduğu ânlar üzerinden imgeler üretir. Aslında bu imleme/imgeleme süreci bir üretimden ziyade zaten var olanın fark ve ayırt edilip kaydedilmesidir çoğu zaman. Olan ve olmuş üzerinden bir oluşu yeniden canlandırır, içinden her ne kadar kendine has bir enerji taşsa da bu enerjiyi (potansiyel) bir aksiyona çevrimi etrafından aldığı esinlerle mümkündür. Örneğin Frida Kahlo'nun tablolarının temaları kendi hayatından parçalardır. Kendisi bir şeyleri örtmeye çalışmadan, kendine yeni imgeler, sözcükler bulma çabası olmadan ilerlemiş, maskeleyici ya da yeni bir kimlik tanıyıcı örtüsel soyutlaştırmalar yapmamıştır. Bu durum onun tamamıyla bireysel ve olağan çıplaklığıyla, hareket eden yahut duralayan bir "beden" (belki birey) olarak görünmesine yol açar. Onu, tablolarından atmak, onun kişiliğini düşünmemeye çalışmak, eserin içerisinden yüzünü bir kretuarla kazımaya çalışmak yersiz olacaktır. Sanat eserinin sergilendikten sonra artık sanatçıya ait olmaması sanatçının "kendiliğiyle" artık bir ilgisinin olmaması demek değildir. Bir bireycilik anıştırması yapmak adına (uç bir örnek olarak) Kahlo'nun adını verme sebebim, onun ilk bakışta salt "kendisini" anlatıyor görünüşünün ardında bize başka bütüncül dekorlar da sunmasıdır. Sanatçı hangi yolu, ekolü seçerse seçsin, yazılarında ya da resimlerinde ister istemez ait olduğu çevrenin yaşam biçimlerini gösterecek, renklerini kendi kültüründen seçecek, kelimelerini kendi dil ailesinin çizdiği sınırlar (frame) içerisinde bu sınırların izin verdiği ölçü (dimension) ekseninde döndürebilecektir. O, yaratısıyla sadece kendisini gösterse bile -ki gerçekten hiç var olmayan bir şeyi kendi içerisinde gerçek anlamda yaratması mümkün değil- mutlaka kendi duygulanımları ve düşünümleriyle ait olduğu şehre, kültüre ve tarihi anlamda medenî dönüşümüne ışık tutacaktır. Kendisini sunarken aslında başka parçaların da temsilcisi olacaktır. Bu durumda özel bir yaşam kesitini genelden ayrı düşünmek mümkün olmadığı gibi, bu özeli bütünden ekarte etmek (onun sanatını sanatçı olmadan görmeye çalışmak), genel (general) olanı da o özgül (particular) kişilik olmadan düşünmeye çalışmak yersiz olacaktır. Yersiz olmasa da, bir şekilde kendine bir yer bulsa bile yüzeysel kalacaktır. Sonuç olarak bu sığ bakış, kelimenin ardındaki imgeyi sezdirse de, imgenin öncesini göstermeye vâkıf değildir.
Tengrigens okurunun profil resmi
Şöyle düşünüyorum, yaptığımız davranışlar, fikir beyanları tamamen bizim bireysel karakterimizi yansıtır, ama İnsanoğlu sosyal bir canlı olduğu için toplumun düşüncelerinden ve fikirlerinden tamamen kendisini soyutlayamaz. Bu yüzden de hep bir ideolojiye aidiyet duyarız. Sonuç olarak yazarların da yazdıkları bir fikir, yaşantı çevresinde yazıldıkları için onları okuduğumuz zaman etkilenmememiz kaçınılmaz olur. O yüzden yazarların fikirleri ve özel yaşantıları bizim üzerimizde çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Özellikle bizim toplumda aydının önder, yol gösterici, rehber bir konumda olduğunu düşünürsek özel yaşamı da dikkat etmemiz gerekiyor. Elbette yazarın özel yaşantıları her zaman onların kötü bir yazar olduğu anlamına gelmez veya sadece tek tip düşüncede yazarları okumamız gerekir de demiyorum. Ama temkinli yaklaşılması gerekiyor. Eğer işin özünde gerçekten düşünce dünyamızı değiştirmek varsa özellikle yazarların özel yaşamına bakılmalı. Tarihten örnek vereyim.
Kadir Mısıroğlu
Kadir Mısıroğlu
denen bu adam tam saltanat yanlısı biri. Bu yüzden Cumhuriyet dönemini sürekli kitaplarında kötüleyip, Osmanlı dönemini hamasi duygularla yüceltir. Siz şimdi bu yönetim şeklini seviyor olabilirsiniz, ama bu adamın rejimi övmek için tarihi çarpıttığının farkına varmanız gerekir. Siz özel yaşamına veya fikir dünyasına bakmıyorum dediğiniz an, okuduğunuz kişinin ideolojik kurbanı olabilirsiniz. O yüzden bence yazarlar öğretmenlerden sonra en iyi toplum mühendisleridir. Yani bu biraz kişisel fikirlerle alakalı bir durum. Ek olarak öncelikle herkes istediğini okumalı ve okudukları yüzünden kesinlikle yargılanmamalı. Burada gelişmemiş primatlar ne yazık ki okuduklarımızdan ya da paylaşımlarımızdan hatta beğenilerimizden bile farklı anlamlar çıkarabiliyor. Bir yazarı okuyor ve hatta seviyor olmak her fikrine, her düşüncesine katılıyorum anlamına gelmez. Sırf farklı düşüncede olduğumuz içinde paylaşım veya beğeni de yapabiliriz. Umarım size yorumum farklı bir bakış açısı sunmuştur.
Sibel okurunun profil resmi
Ben kendimden yola çıkarak şöyle bir yorumda bulunayım. Herhangi bir sanat eseri için değerlendirmede bulunurken (sanatçıyı tanımıyorsam) kendi bilgi ve duygu birikimimle o esere anlam verip, içselleştirir veya hiçbir anlam vermem. Fakat sanatçı hakkında herhangi bir bilgiye sahipsem bunu göz ardı edemiyorum. Örneğin Van Gogh resimlerini çok severim ama hayatını okuduktan sonra baktığım resimler daha da derinlik kazandı. Bu konuda benim ölçütüm, söz konusu sanatçının insanlara verdiği zararla ilintili. Bir sanatçı iyi kötü her türlü düşünceye sahip olabilir ama çevreye bir zararı söz konusu ise bu durum bende iticilik yaratır. Örneğin Hasan Ali kitaplarını severek okumuş olmama rağmen artık okumuyorum. Bu şahsiyet, hele ki öyle hassas bir mevzuyu yok sayıp onu okuyarak, okuyucu kitlesini artırıp ödüllendiremem. Bunu denesem de başaramam, samimiyet bir kere yok olunca o eserlerde onları tekrar bulmak namümkün. Yine de elimden geldiğince her şeyi okuyorum, yukarıda bahsettiğim hassas mevzular hariç. Aksini düşünüp, her türlü esere sahip çıkana da saygım sonsuz. :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
K. okurunun profil resmi
Bu iletiye kaç defa cevap yazıp yazıp sildim bilmiyorum. Soruları, isim vermeden ama aklımdaki belli kişiler üzerinden yanıtlayacağım: Bir kadın şarkıcı var, aynı zamanda şarkı da yazıyor. Bu kadının evli bir adamla olan birlikteliği, adamın ayrılıp bununla yoluna devam etmesiyle sonuçlandı. Kısa süre sonra bu ilişki de bitti. Her ne hikmetse, kadın anında hayatına birini daha aldı. O evli adamdan önce de adı gündemi sallayan bir ilişkiye karışmış, yine ortada garip bir şeyler dönmüştü. Her ilişkisinde, büyük büyük konuşmalar yapan bu kadın, jet hızıyla yeni ilişkilerine başlayıp, aşk dolu pozlar verip, büyük sevda sözleri sallıyor ortaya. Hayatta birden fazla kez aşık olmak, tek bir kez aşık olmaktan daha gerçek bana göre, fakat birkaç yılda üst üste büyük büyük lafların edildiği, aşktan gözlerin şaşı olduğu ilişkiler son derece balon ilişkiler, bunlar bir hoşlanmadan öte değil. Haliyle bu ilişkilerde ya da ilişki sonrasında ortaya konan şarkı da, o şarkıyı yapanın enerjisini taşıyor. İster kendi söylesin, ister bir başkası seslendirsin, asla o kadının şarkılarını dinleyemiyorum. Aksine midemi bulandırıyor. Evli bir adamın karısına olan ihanetinin şerefsizliği ayrı bir konu, bile bile o adamla birlikte olan kadının şerefsizliği ayrı bir konu. Bu tür kadınlar, utanmadan ''zaten bitmiş bir ilişkiydi, zaten ayrılmışlardı, zaten mahkemeliklerdi'' gibi sözlerle kendilerini aklamaya çalışan zilliler bana göre. Tüm dertleri, çoluk çocuk sahibi bir adamı, yuvasından koparmanın zaferini yaşamak. Bu tür insanlar için evliliğin kutsiyeti falan hikaye. Şayet uzun zaman hayatına birini almasa, gerçekten aşık olduğuna inanabilirdim, ama balon kalpler, balon diller, balon kafalar. Bu dünyanın en güzel şarkısını yapıp seslendirsin, yine dinlemem, yine dinlemem. Çünkü samimiyetsiz. Bunun aşkından sevdasından ve bu konu üzerinde söyleyeceği sözlerden, benim kalbime geçecek bir şey yok. Gelelim yazarlara. Birkaç yıl oldu mu bilmiyorum ama benim sitede cinsel fantezilerini, kadınları aşağılayarak yazdığını düşündüğüm bir muhteremin, Twitter'da bir takım mevzularla adı çıktı. Bu kişi, dili bana göre gerçekten çok iyi kullanan biri. Okuduğum dönem bende büyük bir çelişki uyandırmış, bir kitabına 1 puan verirken, diğer kitabına 10 puan vermiştim. Adamın iç dünyası birçok yapıp ettiğiyle iyice ifşa oldu. Kim ne derse desin, ben o kadınların sözlerine büyük ölçüde inanıyorum, ama aynı zamanda kadınların bu kişinin ününden faydalanmak isteyebileceği ihtimalini de göz ardı etmiyorum. Hem şiir kitabında geçen bazı ifadelerle, hem romanında birden çok kadını eğlencesine meze ederek sözde roman yazan bu adam, güzel Türkçemizle yazılan en iyi kitaplardan birinin sahibi olsun, ki yazmıştır inanırım, ama o hayattayken okumam. İncelemede son derece şeffaf davranan okur arkadaşlarımıza duyduğum minnetle, içinde iğrenç fantezilerinin bulunmadığını anladığım bir kitabını ise okurum, ama yazarı ölürse. Sağa sola sarkıntılık eden kişilerin, yaşarken itibar görmesini doğru bulmuyorum. Öldükten sonraysa zaten olay ondan çıktığı için, eseri dikkate alınabilir. Hala hayattayken ona o şöhret ve itibarı yaşatmak, birçok erkeğe belki kadına da ne yapsam rezil olmam, o vakit her türlü davranışta bulunabilirim düşüncesini doğurur. Bu tür insanların kitaplarını satın alıp, o kitaplara dikkat çekmek de bir kötülüktür. Neyse ki yediği nanelerden sonra kimseyi okuyor görmüyorum. Bunca yazılmış kitap içinde illa bir seçenek değil benim için. Dostoyevski de kumar oynuyordu diyenlerin sözlerini dikkate alamıyorum. Birinin ırzına geçmek ya da buna yeltenmekle, kumarı aynı kefeye koyan bir kafada değilim. Bir kez de şairlerden örnek vermek istiyorum. Bu kez isim vereceğim ama kırgınlıkla. Nazım Hikmet'i severdim ben, bana göre çok iyi şiirleri olan, insanı sarsan mısralara sahip biri. Hala, gerçekleri okuduktan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, içim titrer, nasıl diye sorarım kendime, nasıl bir insan bu denli derin mısralar yazar sonra da gider o haltları yer. Piraye ile Nazım'ın aşkı birçoklarının bildiği bir ilişki. Nazım'ın Piraye'ye yazdığı, Piraye'nin de o mısraları okuduktan sonra kalbinin Nazım'a mühürlendiği ve o dakikadan sonra bir başkasını sevebilmesinin mümkün olmayacağı o ifadeler, nasıl bir hayal kırıklığının altında kaldı, biliyoruz. Nazım Hikmet, hapisteyken ve Piraye'ye mektuplarında aşkını sıralarken, kendisini ziyarete gelen dayısının kızı Münnevver ile aldatmıştır. Hapishane müdüründen baş başa kalacakları ve rahatsız edilmeyecekleri bir ortam rica eder, müdür de ona duyduğu sempatiden midir nedir bilinmez, bunlara izin verir ve olanlar olur. Münevver de evli bu arada. Nazım Hikmet kadar kendisini iyi ifade eden, bu duyguları hisseden kişilerin açtığı yaralar bence daha bir sarsıcı. Çünkü verdiği algı çok başka. İnsan inanamıyor, bu kadar derin duyguları ifade eden bir kalbin ihaneti, akıl alır gibi değil ya. Sonra Nazım Hikmet'in genel olarak hayatına baktığımızda, aşık olduğunu (?) söylediği her kadına neler neler yazdığını görüyoruz. Çok ilginç bir insan. Onur Akın- Seviyorum Seni ve Cem Karaca-Herkes Gibisin şarkıları dev şarkılar, müthişler bana göre. Birçok şiiri var insanın içi sanki bir toprak da en derin yerlerinde gizli, insanın kendisinin dahi bihaber olduğu duyguları çıkaran, çok etkileyici eserler. Nazım Hikmet artık aramızda olmadığına göre dinleyebiliriz...
Gece Masalcısı okurunun profil resmi
Her hangi bir sanat yapıtı veya kitaba, sanatçısından ve yazarından dolayı olumlu ya da olumsuz bakışımız ön yargı olacağını düşünüyorum. Ön yargı da bizim bu eserden alacağımız hazzı azaltır. Eser ortaya çıktıktan sonra artık onu ortaya çıkaranla bir bağı kalmamış ve ondan keyif olacakların olmuştur. Örneğin burada fikirlerini ve yaşam tarzını tasvip etmediğimiz pek çok yazarın kitaplarını ön yargısız okuya biliyoruz. Yazar öyle ya da böyle diye neden güzel bir eserden keyif olmayalım ki?
Davut okurunun profil resmi
Bir sanatçı üreteceği eseri kendi zihin dünyasının süzgecinden geçirerek ortaya koyar. Bu, onun duygu ve olayları yorumlama biçimidir. Kendisini bir başkası yerine koyarak üretse de, yine de yorum yapacak olan sanatçının ‘şekillenmiş’ iç dünyasıdır. Dolayısıyla bir sanatçının, zihin dünyasından azade bir şekilde üretim yapabilmesi imkansızdır. Bundan sonrası sanat eserini yorumlayacak kişiye bağlı olarak değişecektir. Bana göre, sanatçı haricindeki yorumlamalar ikiye ayrılıyor: Birincisi; sanatçının ne anlatmak istediğini merak edip her yönüyle eseri araştıranlar. Diğeri; kendi duygu, düşünce ve beğeni filtresinden — kısacası entelektüel birikim —geçirerek zevk almaya çalışanlar. Her iki durumda da değişmeyen bir şey var: sanatçı da sanatseverler de öznel davranırlar. Her usta yazar, kitabını tamamladıktan sonra açımlama yapmaktana kaçar. Sırlarının zamanla keşfedilmesini ister ama bilir ki her sırra hiç kimse vakıf olamayacaktır. Çünkü, her ne olursa olsun okuyucu kendi süzgecine göre farklı yorumlamalar yapacaktır. İşte bu farklı yorumlamalar yazarın çok hoşuna gider. Beğenilmediği veya anlaşılamadığı durumlarda geleceğe atıfta bulunarak zamanı henüz gelmemiş der — Ulysses de olduğu gibi. Freud’un, karısını baldızıyla — karısının kız kardeşi — aldattığını öğrenen bir okur; acaba okumalarına devam etmeli midir? Yoksa psikanalizin babası sayılan kişiyi bir daha dönmemek üzere terk mi etmelidir? Başka bir okursa, Sade’ı yakmalı mıdır? Ben olsam, Freud'u okumaya devam eder Sade'ı yakardım. İkincisinden bana katılabilecek iyi bir şey yok çünkü. Sanatçıyı mı anlamak istiyoruz yoksa biz ne anlayacağız onu mu merak ediyoruz? Bence, öncelikle bunun cevabını vermeli insan. Sonrasında hem sanatçıyı anlamayı hem sanat eserini yorumlayabilmeyi denemeli. Dengede olmak sanırım daha güzel.
15 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.