Gönderi

Allah yolunda infak Etmekten kaçınmamak Hasan el-Müeddib anlatıyor: Nîşâbur'da şeyhin bir hayranı vardı. Adi Ebû Amr Haskû'ydu. Nişâbur tüccarından olup ikramı severdi. Bu zat bir gün beni çağırdı ve, “Ben baştan ayağa şeyhin müridi oldum. Senden ricam şu: Şeyh için gerekli her şey için bana gel, ihtiyaçlar çok bile olsa hiç çekinme" dedi. Hasan diyor ki: Bir gün şeyh beni yedi kere ona gönderdi. O da ihtiyaçların hepsini karşıladı. Güneş batarken sekizinci defa beni ona gönderdi ve, “Ey Hasan! Ebû Amr'a git, gül suyu, kâfur ve öd ağacı getir" dedi. Dükkânını kapamak üzere olduğu için ona giderken utanıyordum. Uzaktan beni görünce, “Ey Hasan böyle sıkıntılı gözükmenin sebebi ne?” diye sordu. Üstat, dedim, bugün sana defalarca gelip gittiğim için utanıyorum. Ebû Amr, "Söyle, şeyh ne buyurdu, onun hizmetindeyim" dedi. Gül suyu, kâfur ve öd ağacı istedi, dedim. Ebû Amr dükkânın kapısını açıp istediklerimi verdikten sonra bana dedi ki: Mademki bu kadar önemsiz bir şey için bana başvurmaktan utanıyorsun, şöyle yapalım: Sahip olduğum bir kervansarayla hamamı, 1000 altına kiralayacağım. Böyle basit ihtiyaçları bu paradan karşılarsın. Daha büyük meblağlar için de bana gelirsin. Hasan diyor ki: "Buna memnun oldum ve dilencilik mezelletinden kurtuldum" dedim ve büyük bir sevinçle şeyhin huzuruna geldim. Gül suyunu, kâfuru ve öd ağacını getirdim. Şeyh, kaşlarını çatıp yüzüme baktı ve, "Ey Hasan! Çık dışarı, içini dünya sevgisinden temizle ki sûfilerle birlikte olmana müsaade edeyim" dedi. Hasan diyor ki: Dışarı çıktim. Hankahın kapısının önünde dikilip yalın ayak baş açık bir halde ağladım durdum, yüzümü yerlere sürdüm. Sonra dönüp geldim. O gece şeyh benimle hiç konuşmadı. Ertesi gün çıktı, sohbete başladı. Her gün sohbet esnasında Ebû Amr Haskû'ya yüzünü çevirmek âdetiydi. Bugün ona da hiç bakmadı. Şeyh meclisteki sohbetini bitirince Ebû Amr Haskû yanıma geldi ve, "Ey Hasan! Bugün şeyhe ne oldu ki hiç dönüp yüzüme bakmadı” dedi. Bilmiyorum, dedim ve bir gün evvelki olayı kendisine anlattım. Ebû Amr, şeyhin kürsüsünün önüne geldi, kürsüyü öptü ve, “Çağın azizi! Bizim sıhhatte olmamızın sebebi senin nazarındır. Oysa bugün bize hiç bakmadın. Biz ne yaptık? Söyle de tövbe edelim ve özür dileyelim, dedi. Şeyhin cevabı: Sen bizim himmet şahinimizi en yüce makamdan en aşağı bir sahaya indiriyor ve bunu 1000 altınla bağlıyorsun. Eğer sana karşı gönlümüz hoş olsun istersen o 1000 altını harca. O zaman bizim himmet terazimizde bunun karşılığının ne olduğunu görürsün. Ebû Amr gitti, her birinde 500 Nişâbur altını bulunan iki kese getirdi ve şeyhin önüne koydu. Şeyh, Hasan'a: Bunu al, sığır ve koyun satın al, sığır etiyle keşkek yap, koyun etine kimyon ve za'feran dök, çokça badem ezmesi hazırla. Gündüz vakti bin tane mum yak, çokça gül suyu ve öd ağacı (tütsü) bulundur. Yarın Bûşenc'de bir sofra kur (Bûşenc, Nişâbur civarında gayet güzel bir köydür). Tellallar şehirde ilan etsinler. Her kim dünyada kimsenin minnet yükü altına girmeden, ahirette hesap vermeden helâli hoştan yemek yemek istiyorsa buyursun, gelsin Hasan diyor ki: Söylenenlerin hepsini yaptım, şehre tellallar gönderdim. Iki binden fazla kişi Bûşenc'e geldi. Şeyh de cemaatiyle birlikte geldi. Halk ve seçkin herkes sofraya oturdu. Davetliler yemek yerken şeyh mübarek eliyle üzerlerine gül suyu serpiyor ve orayı tütsülüyordu. Bu manzarayı gören şeyhin karşıtlarından biri, “Bu adamin yaptığı büyük bir israftır, gündüz bin mum yakmak israf değil de nedir?" diye düşündü. Toplumu dolaşan şeyh bu kişinin önünden geçerken durdu ve, “Ey genç! İçindeki karşıtlığı ve düşmanlığı çıkarıp at ve bil ki Hak uğrunda yaptığın hiçbir şey israf olmaz ama nefis için harcadığın beş para bile israftır" dedi. Bunun üzerine adam şeyhin ayaklarına kapandi, onun müridi oldu ve sahip olduğu bütün servetini şeyhin uğrunda harcadı. Hasan anlatıyor: Yemek yeme işi sona erip elde ve avuçta bulunan her şey harcanınca sofrayı kaldırdım ve şehre geldim. Gece olunca şeyh yattı ve bana seslendi: Hasan, git, aşhaneye bak ne kaldı? Uyuyamıyorum. Hasan anlatıyor: Aşhaneye gittim, aradım taradım bir şey bulamadım. Dönüp geldim ve, "Hiçbir şey bulamadım" dedim. Şeyh tekrar dikkatli bir şekilde araştır, dedi. Araştırdım ama bir şey bulamadım ve, "Ey şeyh hiçbir şey yok” dedim. Şeyh yine beni araştırmaya gönderdi. Bu sefer bir somun buldum ve şeyhe getirdim. Uyuyabilmem için bunu birine ver, dedi. Somunu elden çıkarınca şeyh uyuyabildi. Tüm meşâyihin sünneti şöyledir: Bir gün ellerine geçen zuhuratı o gün harcarlar. Ertesi güne az ya da çok bir şey bırakmazlar. Bunu yaparken Hz. Muhammed Mustafa'nın (sallallahu aleyhi vesellem) yolunu izlerler. Bir gün Bilâl-i Habeşî'nin (radıyallahu anh] zâviyesine gitmiş, kırık bir testinin üzerinde kuru yarım bir somun görmüş ve sormuş: Yâ Bilâl! Bu yarım somun ne böyle? Bilâl, "Ey Allah Resûlü! Kuru bir somun vardı. Yarısıyla dün gece orucumu açmıştım, diğer yarısını da bu akşam için alıkoydum" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu: Ey Bilâl! Harca, arşın sahibi nizkını azaltır diye tasalanma! Tevhid'in sırları sayfa 147
137 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.