Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

311 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
11 günde okudu
Özgürlüğe Mahkum İnsan
Yaşadığı çağın en önemli filozoflarından biri olarak kabul edilen
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
aynı zamanda 1964 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi önemli bir edebiyatçıdır. 1945-49 arasında yazmış olduğu Özgürlük Yolları üçlemesinde, varoluşçuluk felsefesini İkinci Dünya Savaşı atmosferinde soluk almaya çalışan karakterleri üzerinden anlatır. Bunu yaparken edebiyatı felsefeye veya ideolojiye kurban etmeden bilinç akışı gibi zor bir tekniği dahi başarılı şekilde kullanarak, nesneler üzerinden yaptığı betimlemelerle karakterlerin ruh hallerini adeta bir edebiyat şöleni verircesine icra ederek gerçekleştirir. 1. Varoluşçuluk Felsefesine dair: Sartre felsefesinin merkezine özgürlüğü koyar. Tanrı inancının yokluğunda insanın eylemlerinde tamamen özgür olduğunu düşünür, daha önemlisi insanın özgürlüğe mahkum olduğunu ifade eder. Felsefe tarihinin hatırı sayılır bir kısmında Platon'un etkisi göze çarparak varlıkların aslında metafizik bir alemdeki asıllarından pay alarak varlık kazandıkları düşünülmüştür. Başka bir ifadeyle aslolan öz olup, görünür alemi oluşturan bu özlerin yansımalarıdır. Özleri bilmek ise beraberinde bir yetkinliği getirerek bu felsefi düşünce, eski çağların hiyerarşik toplum düzenine uygun bir işlev görmüştür. Hümanizma ve Aydınlanma ile beraber ise Tanrının yerini insan, toplumsallığın yerini bireysellik alınca bu minvalde felsefi düşünceler oluşmaya başlamıştır. Varoluşçuluğu da bu yeni felsefi düşünceler içinde sayabiliriz. Sartre, aslolan varlık olduğunu düşünür ve varlığın özden önce geldiğini söyler; böylece her birey önce varlığının farkına varacak ve bundan sonra da özgür eylemleriyle kendisini inşa edecektir. Farkına varması ise bir bulantıyla olur Sartre'a göre; örneğin
Bulantı
Bulantı
adlı eserinde kahraman denize taş atarken sorgulamaları esnasında bu bulantıyı duyar, varlıkların o ana kadar altlarında bulunduğunu sandığı zeminlerin ne kadar yapay olduğunu fark eder. Varoluşçuluk bir bunalım felsefesi/edebiyatı olarak görülüp eleştirilmiştir, aynı zamanda son derece karamsar olduğu dile getirilmiştir. Ancak başka bir açıdan bakılırsa, bireylere, biat edip kendilerini doğru yolu gösterecek merciler sunmadığı, bireyin eylemlerine ve özgürlüğüne önem verdiği için özgürlükçü ve demokratik olduğu da görülebilir ve varoluşçuluk, temelinde insana son derece güvenen bir felsefi düşüncedir. Buna karşın insan, çoğu zaman kendine güvenmez, hayattaki sorunlar karşısında kırılgan olabilir, kozmik yalnızlığın bunalımına karşı bilhassa savunmasız hissedebilir; bundan dolayı gerçeklerin değil, faydalının peşindedir. Öyle ki, faydasını fazla gördüğü için inandığı dinin mantıksızlıklarını, vicdansız emirlerini bile görmezden gelebilir. 2. Akıl Çağı: Mathieu bir lisede felsefe öğretmenidir, uzun süredir Marcelle adında bir kadınla ilişkisi vardır. Roman boyunca Mathieu, plansız şekilde hamile kalmış olan Marcelle'ın bebeği aldırmak için gereken parayı arayışıyla geçer. Gittiği her kapıdan olumsuz yanıt alırken yavaş yavaş bu bebeğin, her şeyden çok önem verdiği özgürlüğüne olası etkileri üzerine düşünmeye başlar. Klasik bir burjuva olan abisi Jacques, kardeşinin zor durumunu fırsat bilerek Mathieu'nun düşüncelerinin, prensiplerinin ne kadar temelsiz olduğunu ve Mathieu'nun ne bunlara uygun yaşamayı göze alabildiğini ne de aslında olduğu halini kabul edebildiğini, adeta bir arafta yaşadığını bir bir söyler. 1940'ların Fransa'sında eşcinsel bir insan olan Daniel ise parası olduğu halde Mathieu'ya kin duyduğu için parayı vermez hatta daha fazlasını yapar. Daniel, hem kendi eşcinselliğini kabul etmiş hem de eşcinsel olması sebebiyle kendisini suçlayan bir karakterdir; topluma karşı haklı diyebileceğimiz derin bir öfkesi vardır, hatta en yakınlarına bile. Roman, Mathieu'nun bulantı duymaya sevki ve haliyle özgürlüğünün gerçekten farkına varması minvalinde devam eder. "Kendini kapıp koyuverecek bile olsa, hatta yıkılmış, bütün umutlarını yitirmiş olarak, pis bir kömür çuvalı gibi sürüklenip götürülmeye boyun eğse de kendi bitişini, kendi yok oluşunu kendi seçecekti: O özgürdü, her şeyi yapmakta özgürdü, bir hayvan ya da ruhsuz bir makine olup çıkmakta, boyun eğmekte özgürdü, isyan etmekte özgürdü, kararsız olmakta özgürdü; evlenmek, silkinip çıkıvermek ya yıllarca bu yükü ayaklarıyla gittiği yere sürüklemek; nasıl isterse öyle hareket edebilirdi, ona kimse öğüt veremezdi, kendi hükümleriyle yaratacağı “iyi” ve “kötü”den öte iyi ve kötü yoktu onun için."(s.245) 3. Yaşanmayan Zaman: Üçlemenin en beğendiğim kitabı. Savaş bir rüzgar gibi Paris sokaklarında, Parislilerin sohbetlerinde, düşüncelerinde hatta Seine'ın üstünde uçuşan kuşların kanatlarında esmektedir. Bu hissi Sartre, es vermeden karakterler arasında geçiş yaptığı bilinç akışları sayesinde son derece başarılı şekilde hissettiriyor. Tabii bu teknik sakin, dingin ve dikkatli bir okumayı gerektiriyor. Kahramanımız Mathieu neredeyse roman boyunca deniz kıyısında dolaşır, özgürlüğün, maceranın ve de gizemin simgesi olan deniz, roman boyunca Mathieu'ya, gelmesi halinde ne yapmasını, düşünmesini bilemediği savaşı anımsatır: dalgalar sanki birer top güllesidir, köpükler ise kurşunlar... Öte yanda Daniel ise kin duyduğu toplumun yok oluşuna giden yol olarak gördüğü için savaşı dört gözle beklemektedir. Önceki romanda bulunmayan karakterlerden bir generalin anti-militarist oğlu Philippe gözünden savaşın ne olduğu anlatılır. Aslında insanlara tek tek bakıldığında hiç kimse savaşı istememektedir ama adım adım savaşa doğru gidilmektedir; daha önemlisi, savaşa karşı olan bu insanlar da savaşa hizmet ediyorlar sessiz kalarak, milliyetçilik rüzgarına kapılarak, sürü psikolojisinin rahatlatıcı etkisine kendilerini bırakarak, savaşa karşı olan Philippe gibi insanlara hain diyerek... Ve bu kitapta Mathieu üzerinden Sartre'ın meşhur sözünü okuruz: "Ellerim: Bana maddeleri bildiren, ama onları benden sonsuzluğa dek ayıran o aşılması, yok edilmesi olanaksız mesafe. Ben hiçbir şey değilim, hiçbir şeyim yok benim. Işık kadar dünyaya bağlı, onun kadar dünyadan ayrılması zor bir varlık: Ama sürülmüş, taşların ve suyun yüzünde kayan ışık gibi yalnız ve sürülmüş, ne var ki, beni hiçbir şey, asla bir yerlere getirip bırakmıyor ya da kum gibi yığmıyor bir sahile. Dışarı. Dışarı. Dünyanın dışında, geçmişin dışında, benim dışımda; özgürlük bir sürgündür ve ben özgür olmaya mahkûmum."(s.317) 4. Yıkılış “Umutsuzluk insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastlerin en korkuncudur, umutsuzluk manevi bir intihardır.”(s.267) Kitaptan en beğendiğim bu sözdeki suikastı dağıtmaya çalışan bir roman Yıkılış, bunu Mathieu’nun sonunda bilhassa şahit olmaktayız. Ama beni şaşırtan ise bunun romanın sonunda olmamasıdır, romanın hatırı sayılır kısmında Mathieu’nun sonundan sonra esir iki askerin belirsizliğine odaklanılmış. Bunlardan birisi pes etmemeleri gerektiğini düşünerek kamptakileri örgütlemeye çalışır ama bir din adamı kadar başarılı olamadığına şahit olur, mücadele etmektense halihazırda yenilmiş askerlere rahatlatıcı sesler daha tatlı gelir. Bu karakterin “Bir adam ağaç kütüğü değildir, anladınız mı? Ağaç kütüğü değildir, bir adam sarsılır, düşündürülür, bir adam inandırılır: Onları gözlerini diktikleri yanlış noktadan ayıramıyorsanız, işinizi yapamıyorsunuz demektir.”(s.306) sözüne maalesef katılamıyorum çünkü bazı insanlar gerçekten kütük gibiler. Roman yıkılmış bir toplumun kuşaklarının birbirleriyle çatışmasını da içerir. Bu kısımlara okurların bilhassa dikkat kesileceğini zannediyorum. Benim dikkatimi en çok çeken yenilmiş bir askere 1918’in galibi eski bir askerin serzenişine yenilmiş genç askerin verdiği şu cevap oldu: “Sen ya, tabii sen, ne sandın? Sen oy veriyordun değil mi? Ben yirmi iki yaşındayım, hiç oy vermedim daha. Ama sen, verdin. “Neyi kanıtlar bu?” “Şunu kanıtlar ki sen, gittin, kör gibi, hayvan gibi oy verdin ve bizi burnumuza kadar boka soktun. Bu savaşı hazırlaman ya da ona engel olman için koskoca yirmi yıl vardı önünde, sen bu yirmi yılı ne yaptın ha? Ne yaptın bu koca yirmi yılda?”(s.238) Keyifli okumalar..
Akıl Çağı
Akıl ÇağıJean-Paul Sartre · Can Yayınları · 20192,181 okunma
··
1.378 görüntüleme
Mustafa A. okurunun profil resmi
Eline sağlık Kaan, yine detaylı bir inceleme olmuş. İncelemede gördüğüm kadarıyla Satre'a hakimsin ve ben hiçbir kitabını okumadım. Eğer okursam hangi kitabıyla başlamamı tavsiye edersin?
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Mustafa abi, beğenmene sevindim.
Varoluşçuluk
Varoluşçuluk
olabilir, edebi eserleri bir nevi felsefesini anlattığı alanlar haliyle bunlardan önce yazarın bu felsefeyi genel olarak anlattığı kitabı okumak güzel bir giriş olabilir. Bunun dışında
Bulantı
Bulantı
en ses getiren edebi eseriymiş ki okumuştum ben de, beğenmiştim. Üçlemeyi bunlardan sonraya bırakmak daha mantıklı olabilir. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.