Kitap bana Oğuz Atay'ın
“Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım” sözlerini derinden hissettirdi. Oğuz Atay'ın kahramanı da mutlu bir hayatı bekliyordu, Drogo da mutlu bir hayatı bekliyor. Aslında hepimiz mutlu bir hayatı bekliyoruz. Peki bunun için ne kadar çaba sarf ediyoruz? Konfor alanımızı terk edip kendimize yeni bir alan açıyor muyuz? Şahsım adına söyleyecek olursam pek başarılı değilim bu konuda. Belki de hata yapmaktan korkuyoruz, henüz vaktimizin olduğunu, genç olduğumuzu, güzelliklerin bize kendiliğinden geleceğini vs. düşünüyoruz. Fakat maalesef ki yanılıyoruz. Hayatı ertelemekle her şeyi kaçırıyoruz. İşte bu kitap bize neden harekete geçmemiz, beklemememiz gerektiğini anlatıyor. Çok istediğimiz, günlerce, yıllarca hayalini kurduğumuz şeylerin belki de bizim için o kadar da önemli olmaması gerektiğini anlatıyor. Hepimizin hayatında bir Tatar Çölü var, hepimiz çölden bir düşmanın gelmesini bekliyoruz fakat bu düşman çölden değil içimizden geliyor ve bizi anlamsız bir hayata mahkum ediyor.